Bazı gruplar var, kendini hissettirmeden öyle bir dinletiyor ki ne
kadar çok dinlemiş olduğuma ben de şaşırıyorum. The
Left Banke bunlardan
biri. Son hafta içerisinde sardırmadan evvel 280 küsur kez dinlemişim, last.fm sayfamda 27. sıradaymışlar. Sonra,
"Allah allah" dedim, "ben ne ara bu kadar çok Left
Banke dinlemişim
ki?". Bunu fark ettikten sonra daha da çok dinledim tabii.
The Left Banke, Baroque
Pop adı verilen türün
handiyse ilk örneklerini vermiş olan bir grup. Esas oğlanları klavyeci Michael
Brown; ve babasının bir kayıt stüdyosu var! 1965'in sonlarında
grup kurulma aşamasındayken Mike Brown henüz 16 yaşında, vokalist Steve
Martin Caro 18'lik.
Yanlarına gitarda George Cameron'ı,
basta Tom Finn'i
alıyorlar. Davulcuları pek sık değişiyor, grup da zaten her zaman sabit bir
dizilime sahip değil.
İlk başta bu dörtlü, yanlarında davulcu Warren David olmak üzere bir araya geliyor. Hepsi de The Beatles, The Zombies, The Kinks gibi grupları seviyor. Mike Brown'ın da babası sayesinde bir klasik müzik geçmişi var, barok müziği çok seviyor, Bach'a hasta oluyor vesair. İlk bir araya geldiklerinde Steve Martin ve George Cameron'ın elinde I Haven't Got the Nerve ve I've Got Something on My Mind gibi şahane parçalar hazır ve nazır durumda bile. Aslında bir grup olma planı yapmıyorlar ilk başta; ancak babaları stüdyosunda bunları duyunca "Lan oğlum sizde iş var, 45'lik falan çıkaralım, albüm yapalım, sizi meşhur edeyim." diyor. Çeşitli kayıtlar yapıyorlar ama bu kayıtlar plak şirketlerinin ilgisini çekmiyor. The Left Banke daha var olmadan dağılıyor.
En meşhur şarkıları Walk Away Renee'nin vokaller dışındaki kayıtları tamamlanmış vaziyette dururken, Mike Brown, davulcu Warren David'le California'ya taşınıyor. O arada grubun diğer üyeleri, hazır kayıtların üzerine pek güzel vokaller yapıyorlar ve sonunda Walk Away Renee bir 45'lik olarak Smash isimli bir plak şirketi tarafından yayımlanıyor. Listelerde 5 numaraya kadar tırmanıyor, grubun en büyük hiti de bu. Bunun üzerine Mike Brown New York'a dönüyor elbette, eşek değil ya! Sonra Pretty Ballerina'yı yapıyorlar, o da 15 numaraya kadar tırmanıp grubun ikinci hiti oluyor. Peşinden çok yaratıcı isimli bir albüm yayımlıyorlar: Walk Away Renee/Pretty Ballerina. Albümdeki şarkıların hepsi çok güzel, nefis barok pop örnekleri olarak dinlenmeyi bekliyorlar hala. Barok tatlarda salınan (aman allahım, "tatlarda salınmak") harpsichord'lar, nefis yaylı aranjmanları, kulak okşayan (kendimi aştım) piyanolar falan...
Yalnız bu arada "grup içi anlaşmazlıklar" büyüdükçe
büyüyor, o buraya gidiyor, şu buraya geliyor, karman çorman şeyler oluyor. Mike
Brown gruptaki
elemanların hiçbiri olmadan, tamamen farklı elemanlarla ve Bert
Sommer isimli bir
vokalistle bir 45'lik kaydedip yayımlıyor; başarısız oluyor... 1967'nin sonuna
doğru grubun esas oğlanları yeniden bir araya gelip Desiree 45'liğini yayımlıyorlar. Sonra Mike
Brown yine
sıyırıp ayrılıyor gruptan; sorunlu adam. Grubun ikinci albümü The
Left Banke Too'nun (yine yaratıcılar albüm adı konusunda) çoğu Mike
Brown'sız kaydediliyor. Mike Brown o arada Montage diye bir grup kuruyor, yine Left
Banke tarzında. Mike
Brown'a grubun diğer üyeleri, "Kurduğun gruba Montage denir, bu yaptığına şantaj
denir." şeklinde sesleniyorlar (ya da ben öyle tahayyül ediyorum).
Grubun basçısı Tom Finn, grubun son
günlerini şöyle anlatıyor (az biraz serbest bir çeviriyle): "1969 yılında
bu hayvan ve yeteneksiz San Francisco grupları* gelip de ortalığı işgal
etmeden önce sofistike duruşumuz, pek güzel yaratıcılığımızla halen ayaktaydık.
Bir öğleden sonra Donovan stüdyoya geldi ve Steve'e George
Harrison'ın Walk Away Renee'yi pek
çok pek çok sevdiğini söyledi; sonra ekledi: The Beatles dağılıyor. Bu bir işaret, bir alamet
gibi göründü bize, ve dedik ki: 'Hadi bırakalım bu işleri.' Yapabileceğimizin
en iyisini yapmıştık ve Beatles'sız bir
dünyada var olmak istemiyorduk." Grup dağıldıktan sonra hepsi ayrı
ayrı gruplar falan kurmuşlar, 1970'lerin sonunda yeniden bir araya gemişler;
ama bu uzun sürmemiş.
Velhasıl, The Zombies'in
müziğinin belki biraz daha neşeli ve orkestrasyonlu versiyonunu yapmış olan
(dünyanın en yüzeysel tanımı) bu grubu pek kimse bilmiyor. Bilenler de genelde
birkaç şarkıyla tanıyor. Bilenler bilmeyenlere anlatsın.
*Şu "hayvan ve yeteneksiz" San
Francisco grupları
hakkında Tom Finn'in
söylediği şeylere de katılmamak mümkün değil. Hakikaten söz konusu grupların
çoğu "sözde-psychedelic müzik" yapıyorlardı, ben kendimi
bildim bileli San Francisco psychedelia'sına pek ısınamamışımdır.
Aferin size, sofistike The
Left Banke çocukları.
12 yorum:
kaç gün geçti eklemedin tolga
başka meşguliyetlerin var galiba
;)
ayrıca bana bişi demiştin onu da yapmadım hıııh
sorumsuz adam.
Evet, ekledim şimdi bir şarkı, sevgili radio.blog.club marifetiyle.
bu "walk away.." sanki fransızca düşünülüp ingilizce yazılmış gibi gelir bana...öyle değil biliyorum, önyargı işte...pek de içli bir sevgiliyi kaybetme parçası, o yaşlarda nasıl yazmışlar yansıtmışlar bunun duygusunu filan, takdir edilesiler.
"1969 yılında bu hayvan ve yeteneksiz San Francisco grupları...*"
ya kimi kastediyor burda??? meraka saldım kendimi...
Pretty Ballerina gibi bir şarkı daha yapılamaz arkadaş, o ne öyle ya.
Bu, aslında ne kadar çok dinlediğinin farkında olmayıp da, fark ettikten sonra daha da çok dinleme durumu, The Sundays'te gelmişti benim başıma, darısı başınıza.
"1969 yılında bu hayvan ve yeteneksiz San Francisco grupları...*"
ya kimi kastediyor burda??? şu an köprüdeyim ve söylemezseniz atlicam!
Sanıyorum Grateful Dead olsun, Jefferson Airplane olsun; bunları mı kastediyor acaba? Yani Jefferson Airplane'i falan severiz ederiz de, bir yere kadar en nihayetinde.
the Beau Brummels, the Vejtables, Jefferson Airplane, the Grateful Dead, Big Brother & the Holding Company, Quicksilver Messenger Service – Steve Miller Blues Band, Fifty Foot Hose, Santana, Moby Grape, Blue Cheer, Venus Flytrap, Uther Pendragon, Tripsicord (Music Box), Fritz, Lee Michaels and the Loading Zone.
fena liste değil di mi? Blue Cheer a filan heyvan demiş olabilir, ama dememek lazım...
Beau Brummels'a, Quicksilver Messenger Service'a falan saygımız sonsuz tabii de (hatta Beau Brummels'ın bazı şarkılarını "muhteşem" şeklinde tanımlıyoruz); ancak Grateful Dead'i sevmedim, sevemedim karagözlüm.
Grateful Dead için şöööle şezlonga bırakcan kendini, bu spacejam hadiseleri, konserleri, deadheadler, enteresan işler yapmışlardı. Bir konser filimleri 4 saat sürüyordu, daha uzun konserleri de olmuş, sadece müzk gurubu dememek lazım. Sevecek şarkıları var,yani olmalı muhakkak...sugar magnolia mesela...onları seviniz...
iyimiş'e ekledim sizi. (bile bile) http://doppelgangerstrikesback.blogspot.com
Yorum Gönder