30 Kasım 2006

Payne Ailesi

Candie Payne iyi bir müzisyen. Hem 60'ların "Fransız popu" ruhuna sahip, hem de garaj ve saykedelya geleneğinden de oldukça sağlam beslenmiş. Liverpoollu kendisi, The Coral, The Zutons, The Little Flames, The Dead 60s gibi isimleri de barından Liverpoollu plak şirketi Deltasonic'le çalışıyor.

Bir de bunun ekürisi var Howie Payne diye. Howie amca da Liverpoollu, Candie Payne'in de bişeysi ama nesi olduğunu çıkaramadım. Kardeşler mi, evliler mi, nedir ne değildir bilemiyorum. Yakında öğreniriz gerçi.

Howie Payne de güzel Folk-Rock yapıyor. Myspace'te üç şarkısı var. A Long Time Away neredeyse bir Neil Young şarkısı gibi. Neil Young'ın Harvest dönemi falan, Heart of Gold vs. Akıp giden akustik gitarlar, sakin davul ve bas... Walk by My Side da güzel şarkı. Biraz Nick Drake'i, biraz Bob Dylan'ı, biraz The Byrds'ün country-rock dönemlerini anımsatıyor. Howie Payne'in en rakınrol şarkısı ise Who Else Gonna Save You. Şarkının sadasında yine Neil Young'lık var, ama biraz daha erken Neil Young, Buffalo Springfield'le çaldığı dönemler belki. Ama onlardan daha fazla rakınrol bir hava. Eğlenceli şarkı. İşin içine Hammond falan girmiş, cowbell'ler coşturuyor şarkıyı.

Bu Payne'ler güzel insanlar. Biraz daha merak ededuralım biz bu Liverpoollu çocukları.


Liverpool'dan pek boş şey çıkmıyor; şimdi kalkıp Atomic Kitten demeyin bana, döverim.

27 Kasım 2006

Kinks'im Ağrıyor


Geçen gün bankada, günde ancak 1 ya da 2 kez verebildiği 5 dakikalık sigara molalarından birinde kendi kendine konuşurken yakaladım Tolga'yı. (Yine mi kendime başkası gibi seslendim yoksa).

"Başım ağrıyor." diyordum. Ama başım falan ağrımıyordu. Kendimi başımın ağrıdığına inandırmaya çalışıyordum, bahane arıyordum belki de. Başımın ağrıdığına ilk başta kendim bile inanıyordum ki, "Oğlum, saçmalama." dedim, "başının falan ağrıdığı yok." En azından o anda ağrımıyordu işte. İlginç bir psikoloji olduğunu düşündüm.

Ancak ne bahanesi bulursam bulayım akşam en az 6-7'ye kadar işyerinde olmam gerektiği gerçeği ise ayrı bir şeydi, değinmek bile istemiyorum.

Ama akşam olup da evde The Kinks dinlemeye başlayınca geçti hepsi be. Acayip bir grup bu Kinks. Her türlü ruh halinde birebir. Hele ki 70'lerde saçmalamaya başlamadan önce 60'ların ortasından sonuna kadar yaptıkları müzikler yok mu. Var, iyi ki var.

'Cause he's oh, so good,
and he's oh, so fine,
and he's oh, so healthy,
in his body and his mind.

He's a well respected man about town,
doing the best things so conservatively.

İronik çocuklar sizi.

***

Bir de not düşmek istiyorum: Holly Golightly Kinksvari müzikler yapıyor, dinlemek lazım. (Lan, Mehmet Ali Kışlalı denen nefret ettiğim adam gibi hissettim birden, araya yıldız koyup not düştüm ya allah belamı versin, onun spor notları meşhurdur, ben de vereceğim bir tane).

***

SPOR NOTU: Cıvık mantarlar nemli ortamda yaşayıp saprofit olarak besleniyorlarmış. Geçen gün dikkatimi çekti. Sporla üreyen bu cıvık mantarların sporları da sert bir çeperle örtülü. Misroskopla inceleyin.

***

Tiksindim kendimden.

23 Kasım 2006

Let's Love Something


The Dears'ın There Is No Such Thing As Love'ının girişi ve bazı bölümleri The Beatles'ın Something'ine ne kadar da benziyor. Akor dizilimi, klavyeler ve bas yürüyüşleri... İki şarkıyı da baştan sona dinlerseniz anlarsınız, sizde o ışığı görüyorum ben.

Güzel bir benzerlik olmuş.

21 Kasım 2006

Albüm: Art Brut - Bang Bang Rock & Roll

[Fierce Panda; 2005]

Art Brut”, toplumdan bir şekilde dışlanmış ya da kendini bilinçli olarak toplum dışına atmış olan insanların elinden çıkan yapıtları içeren bir sanat akımı. Aslına bakılırsa tam anlamıyla bir akım bile sayılmaz; Fransız ressam Jean Dubuffet 1947 yılından itibaren akıl hastalarının, mahkûmların, sağır ve dilsiz insanların, körlerin eserlerinin koleksiyonunu yapmaya başlıyor ve bu eserlere dair bir tanım olarak da “Art Brut”yu getiriyor. Türkçeye “ham sanat” olarak çevirebileceğimiz bu isim 2004 yılında Londra’nın güneyinde yaşayan 5 insana ilham veriyor.

“Grup kurduk, bir grup kurduk!” diye bas bas bağıran Art Brut, İsrail ve Filistin arasında barışı sağlayacak şarkılar yazmak istiyormuş; bunu albümün açılış şarkısı Formed a Band sayesinde öğreniyoruz. Bu çocuklar, eğlenceli; eğlenceli olduğu kadar da haysiyetli bir punk icra ediyor. Müzik yaparken eğlendiklerini de dinleyiciye çok samimi bir şekilde aktarabiliyorlar.

Vokalist Eddie Argos zaman zaman (hatta çoğu zaman) konuşur gibi söylüyor şarkılarını. Ki daha ilk şarkıdayken bu konuda bizi uyarıyor zaten: “Evet, ben bu şekilde şarkı söylüyorum, ironi değil bu, rock and roll hiç değil.”

Sözleri her daim çok ilgi çekici ve çok eğlenceli: My Little Brother’da “sadece” 22 yaşında olan ve Rock and Roll’u henüz keşfetmiş olan erkek kardeşinden, Emily Kane’de 10 yıl, 9 ay, 3 hafta, 4 gün, 6 saat, 13 dakika ve 5 saniye önce ayrıldığı sevgilisinden, Modern Art’ta modern sanatın üzerindeki etkilerinden, Good Weekend’de (Emily Kane’in etkisinden kurtulmuş olsa gerek ki) yeni sevgilisiyle neler yapmak istediğinden ve onu “tam iki kere!” evet evet, “tam iki kere!” çıplak gördüğünden bahsediyor vokalistimiz.

Bang Bang Rock & Roll’da seksten, uyuşturuculardan ve rock’n’roll’dan iştiyakla bahsederlerken, araya Velvet Underground şarkılarına katlanamadıklarını ve bunun yanında seksten, uyuşturuculardan ve rock’n’roll’dan bahseden şarkıları çok sıkıcı bulduklarını sıkıştırıveriyorlar. Fight’ta “hadi hadi, gel gel!” çekiyor bize Art Brut: “Gel de kavga edelim, hadi!”
Moving to L.A.’de mümkün olabilecek tüm klişeleri kullanarak Los Angeles’a yerleşmekten bahsediyorlar: “Axl Rose’la takılayım, kendime yeni giysiler alayım, ‘belden üstüm çıplak olmak suretiyle’, Harley Davidson’ımla yollarda süzüleyim; hatta bir dövme yaptırayım. Dertlerimden uzakta, Morrissey’le Hennessy içeyim.” ve devamı... Müzik ikonlarıyla olduğu kadar müzik basınıyla da dalga geçmeyi çok iyi biliyor bu çocuklar: Bad Weekend’de “Uzun zamandır NME okumadım, ne tür müzik yaptığımızı bilmiyorum” diyorlar. Şarkı sözlerindeki popüler kültür ve Top of the Pops takıntısı da dikkatlerden kaçmıyor elbette. Albümün son iki şarkısı olan Stand Down ve 18.000 Lira’da ise bir İtalyan mafyası karakteri "uydurup", ondan bahsediyorlar.1976 yılında İngiltere’de yaşanan “punk patlaması” sırasında muhtemelen hayatta bile olmayan bu çocuklar söz konusu punk ruhunu çok başarılı bir şekilde içselleştirmeyi başarmışlar. Müziklerinde Television Personalities’den Buzzcocks’a, The Fall’dan Wire’a, Supergrass’ten Pulp’a kadar pek çok güzel grubun etkisini gözlemek mümkün.

Art Brut’nun müziğe yaklaşımının The BeatlesBuzzcocksSupergrass çizgisinde gittiğini söyleyebilirim. “Nasıl yani?” diyecek olanlara ise “müzik yaparken çok eğlenmek, müziğin kendisi dışındaki etmenleri çok da fazla önemsememek” gibi şeylerden bahsedebilirim. Kanımca 90’lı yıllarda Britanya’nın gördüğü en samimi, en eğlenceli ve (çok iddialı görünse bile) belki de en önemli grup olan Supergrass’ın geçirdiği evrime benzer bir evrim geçirmesini bekliyorum Art Brut’nun.

Bang Bang Rock & Roll 2005 yılı içinde yayımlanmış en önemli birkaç albümden biri.


11 Kasım 2006

Her Şey Uçsun


Bazen bir zaman/mekân düşlüyorum. Müziğin kitlelere dinletilmek ya da albüm satmak/konser vermek için yapılmadığı, öykülerin yazıya dökülmediği, her şeyin o an için yaşandığı ve o andan sonra uçup gittiği, hiçbir şeyin kaydedilemediği bir yer. Teknoloji diye bir şeyin olmadığı, belki tamamen pastoral bir mekân.

Bunları söyleyince hemen aklıma The Beatles'ın Mother Nature's Son'ı ve Mazhar Fuat Özkan'ın Sanatçının Öyküsü'sü (ekleri sorunlu Türkçem) geldi. Bilmiyorum anlatmak istediğim o tip bir şey miydi? Aslında tam da değil. Zihnimdeki bu imgeyle ilgili o huzur hissini sözcüklere dökemiyorum pek.

Yanındaki insana/insanlara bütün gün şarkılar çal, söyle; o/onlar çalsın söylesin. Öyküler anlatılsın. Ama bunların tümü muhteşem şeyler olsun, muhteşem şeyler olmasına karşın hepsi yok olup gitsin, uçsun. Çünkü o muhteşemliğin ucu bucağı olmasın, her zaman o güzellikteki şeyler ortaya çıkacak olsun. Konfor olmasın, yalnızca huzur ve sakinlik olsun.

Bu tip bir yaşamın eski dönemlerde yaşandığını söyleyecek olanlar çıkabilir. Hayır ama, bu bir ütopya; ne geçmişte oldu, ne de gelecekte olacak. Aslında bu, insanların teknoloji ya da bilimle ilgili her şeyin farkında olduğu ve işte tam da bu farkındalık yüzünden bütün bunları kenara attığı bir zaman ve mekâna dair bir ütopya.

Bu ütopya kimilerine son derece distopik ve sıkıcı gelecektir, farkındayım. Zaten ben böyle bir ütopyayı yaşarsam hiç mi sıkılmayacağım, "kuşlar, böcekler, lay lay" diyerek her daim huzurlu mu olacağım? Yok böyle bir şey tabii ki. Yine de zaman zaman ihtiyaç duyulabiliyor buna yakın şeylere. Son zamanlarda bu tip bir dönem yaşıyorum, hepsi bu sanırım.

Bugün de bir korudan geçtim zaten, kulağımda güzel ve sakin bir müzikle, çimlere uzanasım geldi; ama işim vardı, şehre inmek durumundaydım, girdim hengâmeye yeniden. O hengâme de güzel.

9 Kasım 2006

Ölü Olarak Doğduktan 34 Yıl Sonra Dirilenler

Geçenlerde "kayıp" bir grubun varlığından haberdar oldum: The Aerovons.


1966'da ABD, St. Louis'de kurulan grup 1968'de kapağı İngiltere'ye atmış, 1969'da ise Abbey Road stüdyolarında sınırlı sayıda basılan bir 45'lik ve hiç yayımlanmayan bir albüm kaydetmiş. Albümün bize ulaşması 2003 yılını bulmuş. The Aerovons'un esas oğlanı Tom Hartman 1969 yılında yalnızca 17 yaşındaymış. Aerovons şarkılarında rastladığımız birebir The Beatles melodilerini bu 17 yaş halet-i ruhiyesine yoruyorum ben. Üstelik bu alıntılanan şarkıların bir kısmı Beatles henüz onları yayımlamadan Aerovons repertuarına melodi kontenjanından girmiş. Mesela Say Georgia'nın başındaki birebir "Oh! Darling" melodisi ("Say Georgia" şeklinde söylenecek). Resurrection'da da şarkı boyunca, zaman zaman It's Only Love'ın gitar ritmini de yanına katarak, Across the Universe melodileri uçuşup duruyor. Bütün bunlar Aerovons'a kötü demek için yeterli mi? Bence değil.

The Aevorons'un müziği tam anlamıyla bir "dönem" müziği aslında. Beatles'ınki gibi zamansız ve her dem taze bir müzik değil. Genel sada olarak da The Beatles'tan ziyade The Hollies'in ya da Bee Gees'in 1960'ların sonunda yaptıkları işleri andırıyor (bu grupların yanına Badfinger da eklenebilir). Ayrıca bütün bu şarkıları yapan adam, bunları kaydedip söylerken henüz 17 yaşında. World of You gibi bir güzelliği yaratmış olması bile saygı duymak için yeterli bir sebep.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...