30 Aralık 2007

Şarkı: Teach In - Ding-a-Dong (1975)

Gece gece durduk yerde beni "laylaylom" bir halet-i ruhiyeye (yeye) büründüren şahane bir şarkı keşfettim. Aslında bu şarkıyı daha önceden biliyordum; ama kimin söylediğini, ne olduğunu falan bilmiyordum. Ayrıca uzun zamandır da dinlememiştim. Yahu bir şarkı bu kadar mı neşeli olur, bu kadar mı güzel bir "hava katar" ortama.

İngiltere'de 1975'te yapılan Örovizyon Şarkı Yarışması'nın (Örovizyon, evet) galibiymiş bu. Teach In diye Hollandalı bir grup söylüyormuş, buyrun:


Yukarıdaki İngilizce versiyonun yanısıra bir de Hollandaca (Flamanca ya da Felemenkçe diye düzeltmeye kalkmayın, Hollandaca) hali var bu şarkının. Burada şarkıcı ablamız "bim bam bom!" diyor ki, evlere şenlik:


Bu şarkının iki adet Türkçe versiyonunu da Dünya Tersine Dönse adıyla Füsun Önal ve Ayla Algan söylemiş. Mutlaka duymuşumdur/duymuşsunuzdur; ancak henüz ona ulaşabilmiş değilim. Araştırmalarım sürecek.

"Ding-a-Dong every hour / When you pick a flower." Ahahah.

21 Ekim 2007

Oyun: Semaver ve Kumpanya


Semaver Kumpanya gerçekten iyi niyetli ve samimi insanların biraraya gelip kurduğu bir tiyatro topluluğu. En azından Ekşi Sözlük'te hakkında yazılanlara bakınca, ya da topluluğun internet sayfalarını şöyle bir kolaçan edince insan bunu düşünüyor. Ki Türkiye'de tiyatro yapmak kolay iş değil, bu insanlar bir şeyler yapmaya çalışıyor. En üstte de Işıl Kasapoğlu ismi duruyor.

Daha önce Semaver Kumpanya hakkında, adını duymuş olmamın dışında herhangi bir bilgim yoktu. Herhangi bir oyunlarını da izlememiştim. 19-20 Ekim tarihlerinde İzmir Sanat'ta Semaver ve Kumpanya isimli yeni oyunlarını sergileyeceklerini duyunca Ayça'yla beraber "Kak gidelim!" dedik ve gittik.


Söz konusu olan, "tiyatro" olduğu için ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde pek az kimse tiyatroya meraklı/hevesli olduğu için herhangi bir topluluk veya oyun hakkında kötü bir şeyler söylemek neredeyse yasak. "Beğenmedim, kötüydü." falan derseniz ne snobluğunuz kalıyor, ne de bir taraflarınızın, vücudunuzun diğer bölgelerine göre daha kalkık olduğu hakkında spekülasyonlar sona eriyor. Ayrıca topluluğun Semaver ve Kumpanya dışındaki herhangi bir oyununu izlememiş olduğum için topluluk hakkında bir genelleme yapmam da mümkün değil. Yalnız bu oyun gerçekten kötü, gerçekten sıkıcı.

Ekşi Sözlük'te bu oyunu da çok beğenmişler. Hakikaten de oyun sırasında pek çok izleyici pek çok noktada kahkahadan geberdi, alkışlar koptu vs. Benim zihmin ve bedenim ise bir iki yerde gülümsemek dışında en ufak bir tepki gösteremedi ne yazık ki. Gerçi, tiyatro sanatı hakkında öyle derin bilgilere sahip bir kişi değilim; ama örneğin bir komediye gidiyorsam eğlenmek, gülmek isterim, güzel espriler beklerim falan. Kalkıp da sahne tasarımı, ışıklandırma ve benzeri konularda atıp tutamam doğal olarak. Oyunda neler vardı? Bir önceki asırdan kalma sıradan espriler, bir iki küfürlü söz (insanlar gösteri sanatlarında küfür duyunca gülmeden duramıyor ne de olsa; ha kötü bir şey değil, ben de gülüyorum yahu)... Peki yaratıcılık? I-ıh. Aslında bilemiyorum, belki de biz oyunu kavrayacak kabiliyete sahip değildik. 50 milyon Elvis hayranı yanılıyor olamaz.

Bu bir komediymiş ve topluluğun kendi tabiriyle "şamatası bol bir 'oyun içinde oyun'..." imiş. Oyun içinde oyun kısmı tamam da, şamatası bol kısmına itiraz ediyorum hakim bey. Hoş sahneler elbette vardı da, birkaç güzel sahne oyunu güzel yapmaya yetmiyor tabii.


Oyun akşam 9'a doğru başladı. Saat 10 olmuş ve ilk perde henüz bitmemişti; ama ben sıkıntıdan patlamak üzereydim. Ayça'yla göz göze geldik. İkimiz de oyundan çıkmanın şahane bir şey olacağını düşünüyorduk. İlk perdenin ne zaman biteceğini bilmediğimiz için ve "Ya tek perde oynuyorlarsa?" telaşı içerisinde apar topar salondan çıktık. Salondan çıkarken ikimizin de çeşitli sakarlıklarla oraya buraya çarpmış oluşumuz konu dışı.

Oyun gerçekten başarısız, gerçekten sıkıcı. Hani aynı yargıyı üç paragraf arayla tekrar etmiş oldum; ama ne yapayım, elimde değil. Ha şimdi derseniz ki, "Bir oyunun tamamını izlemeden oyun hakkında nasıl hemen böyle bir yargıya varıyorsun?", ben de "Varıyorum." derim, başka bir şey demem. Genelde bir filmden, bir oyundan, bir konserden ne kadar sıkılırsam sıkılayım "Bir sonunu göreyim yahu, bir tamamlayayım şunu." düşüncesiyle o gösteriyi elimden geldiğince izlemeye devam eden bir kişiyimdir üstünüze afiyet. Ancak olmayınca da olmuyor be, çok kasmaya gerek yok. Duramadık, sonunu getirmeye gücümüz yetmedi.

Şimdi bu yazının yazılış amacı nedir, kıssadan hisse vermektir (bundan sonra Çöpkuşağı'nda her kıssamın sonunda bir hisse vereceğim; korkmayın, yalan): Bir işi yapılırken duyulan aşk, gösterilen fedakârlık, azim, sebat ve benzeri özellikler ortaya çıkan şeyin güzel olmasını garantilemiyor. İyi niyet, iyi niyet de; nereye kadar yahu?

İstiyorsanız gidin, izleyin. Sıkılırsanız sorumluluk kabul etmem.

Semaver Kumpanya resmi sayfası
Semaver Kumpanya hakkında ekşi sözlük'te yazılanlar
Semaver ve Kumpanya oyunu hakkında ekşi sözlük'te yazılanlar

18 Ekim 2007

Grup/Müzisyen: Masha Qrella

Sen kimin maşasısın?

Bazı sözcük oyunları var ki, insan rezil olduğunu bildiği halde söylemeden/yazmadan duramıyor. Bu yazının başlığı da onlardan biri olarak kabul edilsin. Berbat olduğunun farkındayım. Meseleyi daha fazla deşmeden devam edesim var. Mæseçusets.

Masha Qrella, işini çabuk halletsin diye fotoğrafçıya içinden küfrederken 

Masha Qrella, Alman kökenli Morr Music tayfasından bir ablamız ("tayfa" metaforu da sıktı artık, neyse). Morr Music; The NotwistMs. John SodaTied & Tickled TrioThe Go FindCouchLali PunaMúm gibi, genelde Indie Electronic/Indietronica ağırlıklı isimlerin albümlerini yayımlayan hoş bir şirket.

Masha Qrella müzik yapmaya yine Morr Music çatısı altındaki enstrümantal bir Indie Electronic grubu olan Contriva'da başlamış. 2004'ten itibaren de solo albümler yayımlıyor. Sanırım 2005 sonu/2006 başı gibi, Masha Qrella'nın ilk albümü Luck'a epey sardırmıştım. Albüm ve özellikle albümün açılışını yapan ilk üç şarkı pek güzeldi. Karşımda elektronik ve akustik müziğin dengeli bir karışımı olan iyi pop şarkıları duruyordu.


Masha abla 2004 tarihli bu ilkalbümün ardından 2005 yılında Unsolved Remained'i yayımladı. Kanımca bu albüm, ilki kadar başarılı değildi. Elektronik, akustiğin bir adım önüne geçmiş ve müzik bir miktar bulanıklaşmıştı. Gerçi bu albümü çok da kendimi vererek dinlediğimi söyleyemeyeceğim.

Masha Qrella yaklaşık bir yıl kadar önce bir 45'lik de yayımlamış; benim yeni haberim oldu. Don't Stop the Dance ve Saturday'den oluşan bu 45'liğin A yüzü 1985 tarihli Boys and Girls albümünden bir Bryan Ferry cover'ı. Kavırın, şarkının orijinalinden daha iyi olduğunu söyleyebilirim utanmadan. Trompet de yakışmış şarkıya.

Don't Stop the Dance'in orijinali ve Masha Qrella kavırının yanında Masha Qrella'nın en beğendiğim şarkılarından olan I Want You to Know'u da şuracığa MP3 olarak ekliyorum. Bazı şarkılar Kadıköy Arka Oda'da DJ'lik yaptığım günleri anımsatıyor bana, bu şarkı da onlardan biri sanırım.

Ayrıca buradan Masha'ya da seslenmek istiyorum: "Sana bayılmıyorum; ama vasatın üzerinde bir müzik yapıyorsun. Don't give upkeep up the good work!"

(Bu yazıyı biraz "öylesine" yazmış oldum; ama ne yapalım, idare edin).

Encoy.

Masha Qrella - I Want You to Know:


Masha Qrella - Don't Stop the Dance:


Bryan Ferry - Don't Stop the Dance:

14 Ekim 2007

Şarkı: The Crystals - He Hit Me (It Felt Like a Kiss) (1962)

Vurulur mu ama?

Grizzly Bear üyeleri boş bardaklarla poz verirken; çünkü fakirler

He Hit Me (It Felt Like a Kiss) 1962'de Brill Building'in meşhur şarkı yazarları Gerry Goffin ve Carole King tarafından yazılmış. "Brill Building nedir?", "Brill Building Pop kime denir?" isimli soruların yanıtları için şu gönderiye yönlendireyim sizi; hah tamamsa devam edebiliriz.

Gerry Goffin ve Carole King evli iki insan. Evli iki insan derken birbirleriyle evli tabii. İnsan önce bir düşünüyor; "Lan bu GerryCarole'u dövüyordu habire; ama Carole da manyağın tekiydi, aralarında sado-mazo mevzular vardı, bu şarkı öyle mi ortaya çıktı?" diye. Değilmiş. Dönemin ünlü şarkıcılarından Little Eva'yı sevgilisi "düzenli olarak" dövüyormuş. Bunu fark eden Goffin ve King, "Ne oluyor arkadaşım?" demişler Eva'ya. Eva tüm içtenliğiyle, sevgilisinin bu davranışının ona olan sevgisinden kaynaklandığını söyleyip, durumu sembolize etmek amacıyla bu sözcüğü söyleyivermiş ("Bana vurdu, ama öpücük gibin geldi"). "Madem şarkıyazarıyız, neden bunu malzeme etmeyelim ki." diye düşünen Goffin ve King de bu şarkıyı yazmış.

The Crystals üyeleri rüküşlükten ölmek üzereyken

"Ses duvarı" olgusunun mucidi, dönemin "efsa... nevi!" prodüktörlerinden (ki henüz 1962'de efsanevi konumuna ulaşmamıştı kendisi; ama olsun, şu an efsanevi bir ağabey) Phil Spector şarkıyı beğenmiş ve The Crystals'a kaydettirmek istemiş. The Crystals üyeleri şarkıdan adeta tiksinmiş. "İstemiyoruz Phil abi, yapma gözünü seveyim." deseler de nafileymiş, şarkı kaydedilmiş. Bu da yetmezmiş gibi bir de 45'lik olarak yayımlanmış.

İnsanlar şarkıya uyuz olmuş, radyo istasyonları çalmayı reddetmiş vesaire. Ki hâlâ, 60'lı yıllara yönelik yayın yapan radyolarda bile kendine çok az yer bulabilen bir şarkı.

Grizzly Bear üyeleri ufacık bir ekmek dilimini paylaşmaya çalışırken; hala fakirler

Kısa bir süre önce Grizzly BearKEXP için yaptığı bir kayıt seansında bu şarkıyı kavırladı. Ki kendileri orada ve burada verdikleri konserlerde de bu şarkıyı seslendiriyormuş. Misal, 2007'nin başında UCLA'de verdikleri bir konserin kaydı:


Şarkının orijinali ve Grizzly Bear'in KEXP için yaptığı kayıt da aşağıda. Grizzly Bear versiyonunda şarkıyı bir erkeğin söylemesi de ilginç olmuş tabii.

Üstüne üstlük aşağıya bir şarkı daha ekledim. The Crystals versiyonunu rehber alacak olursak şarkının 28. saniyesinde "He couldn't stand..."le başlayıp 38. saniyesinde "...someone knew" şeklinde biten bölüm The Beatles'ın 1965'te yaptığı It's Only Love'ın nakaratına çok benziyor be. Şimdi buradan yola çıkıp "John LennonLittle Eva'yı haklı bulmuş, sevgilisi onu aşkından dövüyor diye düşünmüş, bu melodiyi de buraya gömerek bir mesaj vermek istemiş." demeyeceğim; saçmalamayın.

The Crystals - He Hit Me (It Felt Like a Kiss):


Grizzly Beat - He Hit Me (It Felt Like a Kiss):


The Beatles - It's Only Love:


Eklerim: Bu şarkıyı çok beğenip kaydedilmesi için elinden geleni yapan Phil Spector'ın, cinayetten yargılandığı dava da halen sürüyor. Ah şu magazin ruhu...

Müzik Türü: Brill Building Pop

Kalkan Binası Popu


Tin Pan Alley hepimizin malûmu: New York'ta ufak bir bölge kendisi. En önemli özelliği 1800'lerin sonlarından 1900'lerin ortalarına kadar popüler Amerikan müziğinin neredeyse merkez noktası konumunda oluşu. Bu bölge üzerinde pek çok müzik yayıncısı var; bunlar şarkılar yazıyorlar, ediyorlar, dönemin popüler isimlerine veriyorlar vesaire.

Tin Pan Alley'nin müzik alanındaki yerini 1950'lerden sonra Brill Building alıyor. Brill Building, New York'un Broadway Caddesi üzerinde 1930'larda inşa edilen bir bina. Adını, bu bina yapılmadan önce orada bulunan "Brill Kardeşler"in mağazasından almış. İşte Brill Building, dönemin bir sürü müzik yapımcısı için konak işlevi görüyor. 1950'ler ve 60'ların meşhur "ikili şarkı yazarları" hep burada: Burt Bacharach/Hal David, Jerry Leiber/Mike Stoller, Gerry Goffin/Carole King, Tommy Boyce/Bobby Hart ve daha niceleri.

Bu binadan çıkma müziklere "Brill Building Pop" adını veriyor gâvur. Sonradan, bu binada üretilmemiş olsa bile, bu binada üretilen müziklere benzer özellikler gösteren şarkılara da Brill Building Pop etiketi vuruluveriyor. Bu sound'un özelliği ise dönemin rock'n'roll ve r&b müziğine göre hem sözlerin hem de müziğin daha sofistike oluşu. müzikteki sofistikasyonu (ehaha) sağlayan şey nedir derseniz; şarkıların orkestrasyon içermesi, standart popüler müziğe göre daha fazla enstrüman barındırması, düzenlemelerin daha planlı bir şekilde yapılması falan diyebiliriz. Bu müzik, günümüzde yapılan müzikleri de ciddi biçimde etkilemeye devam ediyor. Burt Bacharach olmasaydı çember pop olur muydu, çember pop olmasaydı Rufus Wainwright olur muydu, Tindersticks olur muydu, Belle & Sebastian olur muydu, The Decemberists olur muydu; olmazdı arkadaşım.

Velhasıl, seviyoruz bu müzik türünü.

12 Ekim 2007

Imagine Peace Tower

Yoko Ono, 9 Ekim 2007'de Sean Lennon, Ringo Starr ve Olivia Harrison'ın da katılımıyla Imagine Peace Tower'ı açmış.


Işıktan bir ev yapmak Yoko Ono'nun eski fikirlerinden biriymiş. 1967'de John Lennon onu ilk kez evine davet ettiğinde, Yoko'nun elindeki listedeki şu maddeyi görmüş: "Işık Evi: Günışığı değişimlerine uygun bir şekilde ışık veren, prizmaların yansıttığı ışıktan oluşan bir ev." Sonrasında Yoko'ya, "Bunu gerçekten inşa edebilir misin?" diye sormuş. Yoko'nun bu projesi sadece kavramsal bir düşünceden ibaretmiş tabii; böyle bir binanın nasıl inşa edilebileceğini bilmiyormuş.


Yoko Ono, 40 yıl sonra bu fikrini, biraz farklı bir şekilde olsa da, hayata geçirmeyi başardı. John Lennon'un 67. doğumgününde ışıktan kulesini açtı. 1981'den beri insanların dileklerini topladığı dilek ağaçlarındaki bütün mesajları da bu ışıktan binanın içine yerleştirdi.

Yoko'nun Imagine Peace Tower'la ilgili verdiği bilgiler bu videoda:



Imagine Peace Tower'ın açılış töreni de şu:



Daha çok bilgi için http://www.imaginepeace.com'u ziyaret edin.

9 Ekim 2007

Grup/Müzisyen: Elekibass

Yelov Melov

Kendilerini çirkin bulan Elekibass üyeleri, suratlarının fotoğrafta net görünmesini istemezken

Elekibass Japonyalı bir Indie grup. Yaptıkları müziği, psychedelic "dokunuş"lar (hell yeah!) içeren 60'lı yıllar popu olarak niteleyebilirim rahatlıkla. Müziklerinde gitar, bas, davul, klavyeli çalgılar mevzuunun yanında üflemeli çalgılara da yer veriyorlar. Neşeli, güneşli, laylaylom bir pop müzik icra ediyorlar. Kimi şarkılarını İngilizce, kimisini Japonca, bazılarını da karman çorman bir şekilde söylüyorlar.

Birkaç gün önce 2003 tarihli California albümlerine ait Mellow Yellow isimli şarkıyla tanıdım Elekibass'ı. Hayır, Donovan'ın "aynı adlı" şarkısını kavırlamamış gençler; ama saygı duruşunu da ihmal etmemişler. Şarkı Donovan'ın Mellow Yellow'u nasıl başlıyorsa aynen öyle başlıyor, sonrasında Sean Lennon'un vokali giriyor. Sonrasında Sean Lennon'un vokali girmiyor aslında; ama bu kadar mı benzer yahu. Bu şarkıyı bana birisi gelip "Sean yeni şarkı yapmış, dinlesene." diyerek dinletse inanırdım, o derece. Sean'un anasının (ki kendisi Yoko Ono oluyor bildiğiniz üzere) Japon olmasından mütevellit bütün Japon erkeklerinin ya da Japon kökenli erkeklerin sesi aynı mı diye düşünüverdim tabii. Yanılmışım. Sadece Mellow Yellow'a özgü bir ses tonuymuş o. Grubun diğer şarkılarında aynı ses tonuna rastlamıyoruz. Şarkı melodik, güzel, hoş... Bu şarkıyı bana birisi gelip "60'lardan bir şarkı abi, dinlesene." diyerek dinletse inanırdım, o derece. Yalnız elektrik gitarlarının tonlarını biraz daha terbiye edebilirlermiş sanki.


myspace'lerinde favori müzisyenlerinin The BeatlesThe KinksNRBQOs MutantesKevin AyersOf MontrealThe Small FacesThe Who vs. olduğunu belirtmişler. Vokalist Youichi Sakamoto eklemiş: "The Beatles Brezilyalı grupları Portekizce rock'n'roll yapmaya özendirdi. Biz de bu tarz bir etkilenimle Japonca ve İngilizce rock'n'roll yapıyoruz. Kendimizi en basit şekilde böyle tanımlayabiliriz." Sevgili Youichi konserlerde de "Ray Davies olmak istiyorum!" diye bağırıyormuş, bu da nasıl müzik üretmek istediklerine dair başka bir ipucu olabilir. Ben yine de kendisine "Bugün Ray Davies'ler kolay yetişmiyor, Youichi'ciğim." demek istiyorum.

Elekibass, grubun vokalistinin sahibi olduğu Waikiki Record'dan yayımlıyor işlerini. Waikiki Record aynı çizgide başka şeyler de yayımlıyor bir yandan. İngilizceleri oldukça kötü. Siteleri de Japonca zaten.

Japonya, ABD ve Birleşik Krallık sınırları dahilinde Of MontrealCasper & the Cookies gibi grupların konserlerinde ön grup olarak sahne almışlar. Belki defalarca dinlenecek bir grup değiller; ama özellikle canlı performanslarının eğlenceli olabileceğini düşünüyorum. Bir yandan Türkiye'ye geleceklerini de sanmıyorum tabii.

YouTube marifetiyle Elekibass'ın birkaç videosu ve onlarca canlı performasına ulaşmak mümkün. Onlardan biri olan Summer Soda'yı da hemen gömüyorum buraya. Doo Wop akışı üzerinde ilerleyen eğlenceli bir şarkı. Videosu da "ormanda eğleniyoruz dostlar" temalı:


Grubun myspace'inde bir de Almanack diye bir video var. Muhtemelen The Kinks'in Autumn Almanac'ından esinlenerek üretilmiş bir yapıt. Dilerseniz ona da bir göz atarsınız.

MP3: Elekibass - Mellow Yellow

6 Ekim 2007

Şarkı: The Arcade Fire - Neon Bible (2007)

İdare Lambası

Win Butler "lüzumsuzsa söndür" komutunu harfiyen yerine getirirken

The Arcade Fire Neon Bible için interaktif bir video(?) hazırlamış. Gayet şık olmuş. Çekinmeyin, Win Butler'ın eline, koluna, suratına falan tıklayın; tıklayın, tıklayın.

Şurdan: Video

5 Ekim 2007

Albüm: PJ Harvey - White Chalk

[Island; 2007]

(PJ Harvey şizofreniyle mücadele ederken)

PJ Harvey'i takdir eder, kendisine saygı duyarım; ama hiçbir zaman büyük bir hayranı olmamışımdır. Şu ana kadar yaptığı albümlerde öyle ya da böyle belli bir çizgiyi tutturmuş gidiyordu. Hayır, birbirine çok benzer albümler yapmıyordu; fakat yine de her albümde o aşinalığı hissettiriyordu. 2007 Eylül ayının sonunda yayımladığı yeni albümü White Chalk ise bildiğimiz PJ Harvey'den oldukça farklı.

PJ Harvey'den duymaya alışkın olduğumuz o yakıcı gitarlar, kızgın vokaller, yırtıcı davullar; hepsi uçup gitmiş. Şu an en çok merak ettiğim şey PJ Harvey hayranlarının bu albümü nasıl karşılayacağı.

Albümün açılışında piyanoya vuran parmakların ve peşine eklenen davulların ardından PJ Harvey'in sesini duyuyoruz. PJ Harvey'den duymaya alışık olmadığımız, eskilerden Sibylle Baier ve Vashti Bunyan'ı anımsatan bir vokal tarzı. Hatta sesinin çok yükseklere çıktığı yerlerde Joanna Newsom'ı bile akla düşürebiliyor. Evet, bu albümde PJ Harvey folk yapmış, İngilizlere yaraşır bir folk; ama Gothic Folk mu desem, ne desem bilemedim.


Şarkıların melodik yapıları "hüzünlü" olarak nitelenebilir. Yalnız bu hüzün daha çok ağıtsı, bir miktar epik, ziyadesiyle ürpertici bir hüzün. Hani sevgilinizden ayrıldıktan sonra içki masasına oturup "hüzün yapalım baba" şeklinde meze edebileceğiniz bir şey değil. Alacakaranlık bir hava, ortaçağdan kalma görkemli gotik binalar, geniş yapraklı ve kocaman ağaçlar (Karadeniz Bölgemizde görülür), muhtemelen sonbahar.

Bu albümde elektrik gitarını bir köşeye fırlatmış PJ, hatta akustik gitar bile çok az kullanılmış. Piyanoların sürüklediği, "sahte" üflemeliler ve kemanların atmosfer kattığı, zaman zaman arpın girdiği, davulların ritim aracı olarak değil de orkestranın bir parçası olarak az ve öz kullanıldığı bir albüm White ChalkBaroque Pop ve Chamber Pop'un karanlık yüzünü gösteren bir albüm. PJ Harvey'in şu ana kadar yayımladıkları arasında en çok beğendiğim albüm.

PJ Harvey - The Devil:


PJ Harvey - Grow Grow Grow:


PJ Harvey - Broken Harp:


PJ Harvey - The Mountain:



Albüm: The Rumble Strips - Girls and Weather

[Island; 2007]

(The Rumble Strips ekmek parası kazanırken)

Hava güzel, kızlar şahane

The Rumble Strips, İngiltere'nin Devon bölgesinin küçük bir kasabası olan Tavistock'ta "yetişen" çocukluk arkadaşları tarafından kurulmuş. Taşra çocukları diyebilir miyiz? İstersek deriz, kime ne. Tabii her zaman olduğu üzere "Taşı toprağı altındır." diyerek Londra'ya yerleşmiş bu gençler. İlk başta Transgressive Records isimli bağımsız plak şirketinden birkaç 45'lik yayımlayan grup fırsatı değerlendirip hemen büyük bir plak şirketine, Universal/Island Records'a geçmiş. Bu etiketle yayımlanan birkaç 45'lik ve EP'den sonra da ilkalbümleri Girls and Weather'ı 2007 Eylül'ünde yayımlamış.

The Rumble Strips'in müziğinde gitar, bas, davul ve piyanonun yanında trompet ve saksofon da önemli bir yer tutuyor. Öyle aman aman bir müzik yaptıkları söylenemez. 70'ler sonu 80'ler başı Ska Revival'ından, yine aynı dönemin New Wave ve Post-Punk hareketlerinden ve bir miktar da Soul'dan etkilenen grup, Dexy's Midnight Runners'ı anımsatan bir müzik icra ediyor. Yenilerden birine benzetmek, referans vermek gerekiyorsa The Zutons adını hiç utanmadan, çekinmeden yazarım buraya. Çok üstüme gelirseniz bunun yanına bir de Mystery Jets'i ekleyiveririm.


Grubun prodüksiyon anlayışı fazla "temiz" geldi bana. Bu demek olmuyor ki ben "temiz" prodüksiyonlu hiçbir şeyi sevmiyorum. Ne bileyim The Coral da temiz, The Zutons da temiz; ama bunları seviyor, sayıyoruz. The Rumble Strips de "fena değil" kontenjanından yer buluyor kendine.

TimeAlarm ClockGirls and Boys in LoveClouds ve Hate Me (You Do)'nun albümdeki diğer şarkılar arasında daha bir güzel göründüğünü belirterek linklerimi vereyim. Clouds ve Hate Me (You Do)'yu buraya ekliyorum; bunların peşinden özellikle Time'ı ve hem 60'ların Motown gruplarını, hem The Jam'i, hem de Belle and Sebastian'ı anımsatan Girls and Boys in Love'ı da grubun myspace'inden dinlemenizi öneriyorum. Canınız isterse tabii, neşenize göre.

The Rumble Strips - Clouds:


The Rumble Strips - Hate Me (You Do):

Barışı Düşle


Yoko Ono, Imagine Peace adı altında bir kampanya başlatmış. Aynı zamanda John Lennon'un 67. doğumgünü olan 9 Ekim'de İzlanda, Reykjavík'te "Imagine Peace Tower"ı açacakmış. Ayrıntılar burda, orda ve her yerde. Aşağıdaki gif'i tıklayıverin.


29 Eylül 2007

Grup/Müzisyen: Cannonball Jane

Sharon Hogapian bir motosiklet yarışını başlatmaya hazırlanırken

Gülle Çorbası

Çorba yapmak maharettir derler; bilemiyorum, hazır çorba dışında hiç denemedim açıkçası. Yalnız, popüler müzik bir çorbaya döndü hakikaten. Bu çorbayı berbat pişirenler olduğu gibi çok lezzetli yapanlar da var (hay senin kullandığın metafora... Tolga). İnternet sağolsun, artık herkes her tür müziği biliyor ve dinleyebiliyor. Eskiden dinleyiciler için de müzisyenler için de her şey daha zordu. Sonuçta müzisyenler de sınırsız parası olan insanlar değil, onlar da doğru dürüst takip edemiyordu her şeyi. Yeni müzisyenlerden birisi gelsin bana "İnternetten yasal olmayan yollarla mp3 indirmiyorum." desin, "Yalancı, yalancı!" deyip dil çıkaracağım ona.

Cannonball Jane 60'ların Girl-Group sadasından Hip-Hop'a, Motown'dan Trip-Hop'a, Funk'tan Electronica'ya, Garage ve Psychedelic Rock'tan French Pop'a, cazdan Tropicalia ve Bossa-Nova'ya kadar pek çok şeyi bir güzel sindirmiş; utanmamış bir de bunları sentezleyip müzik üretiyor. Gündüzleri Sharon Hogapian adıyla bir ilkokulda müzik öğretmenliği yapıyor, geceleri ise Cannonball Jane'e dönüşüp çalıyor, yazıyor, kaydediyor. Myspace'inde, yaptığı müziği "Sassy Hip-Hop sampling Girl-Group pop!" olarak tanımlamış; bu tanıma katılmamak mümkün değil tabii. Evet Sharon, küstahsın. Arsız arlanmaz bir maymun iştahlısın!


Cannonball Jane'in ilk 45'liği Take It to Fantastic 2006 yılında yalnız Avrupa'da plak olarak basılmış. İlk albümü Street Vernacular da sınırlı sayıda basılmış; şimdi yeniden hem dijital hem de "nesne" olarak piyasaya sürülmekte. Knees Up! isimli EP'si de 9 Ekim 2007'de ABD'de, bundan bir ay sonra da Birleşik Krallık'ta yayımlanıyor. İsteyen bu linki kullanarak satın alabilir.

Peki, Cannonball Jane'i kimler sever? Kanımca kendisi bu konuda oldukça şanslı. 60'lar bağımlısı biri tarafından da sevilecektir, Hip-Hop seven biri tarafından da. Müziği epey bir Candie Payne'i anımsattı bana; ama Cannonball Jane'in yaptığı müzik Candie Payne'in müziğinden daha hoppa, daha zıpır, daha eğlenceli. The Go Team!Beastie BoysLe Tigre gibi isimler tarafından da destekleniyormuş Sharon abla; iyi referanslar.

Hepinize iyi referanslar dileyerek Take It to Fantastic'i ekleyiveriyorum:

Grup/Müzisyen: "Kurtlarım Biçim Biçim" Wolfkin

(Wolfkin, babaannemin telefonuyla bir görüşme hazırlığı esnasında)

Wolfkin'le aylar önce These Are All Illusions isimli şarkıları sayesinde tanışmıştım. Şarkıyı çok beğenmeme rağmen Wolfkin'in diğer işlerine ulaşmam pek mümkün olmadı. Hala da grubun fazla sayıda kaydına eriştiğimi söyleyemem.

Danimarkalı grubun Brand New Pants isimli bir ilkalbümü var. 2006'da Danimarka'da yayımlanmış, 2007'de ise ABD'de sınırlı sayıda basılmış. 29 Ocak 2008'de albümün ABD'de yayımlanacak özel baskısı için grup resmi sitesinde gün sayıyor. Saniye bile sayıyorlar, o derece.

Grubun myspace'inde oldukça geniş bir "etkilenim kaynakları" listesine rastlıyoruz: The Beatles, The Zombies, Jimi Hendrix, Jefferson Airplane gibi 60'lı yıllar ve Psychedelic Rock ikonlarının yanında Kraftwerk'ü; Phil Spector, Roy Orbison, Serge Gainsbourg, Leonard Cohen gibi "klasik" isimlerin yanında Wu-Tang ve Dr. Dre gibi Hip-Hop'çıları görüyoruz. The Smiths, Belle & Sebastian, David Bowie ve Television'ın yanında Pantera'yla kesişip pençelerimizi gösteriyoruz.


Lars Vognstrup
 ve Kristian Godtfredsen'den oluşan grup kısmen tiyatral bir müziğe sahip. Psychedelic ve elektronik etkilere de oldukça açık. Yazının sonuna eklediğim iki şarkı arasından These Are All Illusions hem "sahte orkestrasyon"lara hem de asitli elektronik sadalara; bunun yanında yakıcı gitarlara sahip zengin bir prodüksiyon. A Vacant Heart ise, kanımca en iyi örnekleri Kıta Avrupası'ndan çıkan Downtempo türünün daha "sıcak" bir hali olarak nitelenebilir. Downtempo demişken, yanına Acid Jazz ve Trip-Hop'u da ekleyiverin zaten. Ayrıca bu şarkının çok eski bir caz standardının yeniden yorumlanışı gibi tınlayışını da seviyorum.

Woflkin - These Are All Illusions:


Wolfkin - A Vacant Heart


Wolfkin'in Brand New Pants albümünü bulup bana getirene sürpriz hediyelerim olacak. Yalan söylüyorum, yok hediye falan.

27 Eylül 2007

Grup/Müzisyen: Patrick "Terlikler Patrick, Tebrikler Patrick" Watson

(Patrick Watson'ın inşaatta işçilik yaptığı dönemden bir enstantane)

Öncelikle Seda Abla'mıza zamanında seslendirmiş olduğu müthiş Polaris cingılı için teşekkür ediyor; ardından bu yılın Polaris Müzik Ödülü galibini açıklıyorum: Close to Paradise albümüyle Patrick Watson.

Hakikaten ben açıklıyormuşum gibi hissettim, heyecanlı oldu.

Polaris Müzik Ödülü, Kanadalıların cirit attığı, dilediklerince at koşturduğu bir organizasyon. Bu yıl (ki 2007 oluyor kendisi) The Arcade FireFeistJulie DoironThe Dears gibi adayların arasında Patrick abi malı götürmüş.

Patrick Watson, Kaliforniya'da Kanadalı bir ailenin veledi olarak doğup, Kanada'da yetişmiş. Ufaklığında kilise korosunda "boy göstermiş", bol bol klasik piyano ve caz piyanosu çalışmış. Lise yıllarında da Gangster Politics isimli bir Ska grubunda klavye çalıp şarkılar, türküler okumuş. Bu grubun 1998'de yayımlanmış bir albümü bile var. 2002'de Patrick Watson başka müzik türlerini "keşfetmek" üzere gruptan ayrılıp kendini elektronika olsun, ambiyans müziği olsun, bunlara vermiş. Sonra ne olmuşsa olmuş, Vietnam'a gidip gelmiş, birdenbire "Aman da ben bir grup kurayım, Chamber Pop yapayım." diyerek ilk albümü Just Another Ordinary Day'i 2004'te yayımlamış. 2006 tarihli Close to Paradise ile de muradına ermiş, Polaris'i falan kazanmış. Aferin, çalışkan çocuk.

Patrick WatsonClose to Paradise albümünde zaman zaman Antony'yi zaman zaman Jeff Buckley'i andıran sesini ruhani melodilerle bütünleştiriyor falan filan. Şimdilik iki adet şarkısını paylaşayım, bakarsınız sonra bu albümün incelemesini falan yapar, ıcığını cıcığını çıkarırım (yapmayabilirim de, söz vermiyorum). Bu iki şarkı arasından Giver'ı daha çok beğendiğimi sözlerime ekleyerek bugünün blog postunu da alnımın akıyla tamamlıyor, herkese mutlu yarınlar diliyorum.

Patrick Watson - Luscious Life:


Patrick Watson - Giver:

24 Eylül 2007

Şarkı: "Dungen Bağlama Solo"

Gönül isterdi ki şurada Dungen hakkında adamakıllı, düzgün bir yazı yazayım. Yeni saykedelik akımın bu güzide İsveçli bağımsızının 2004 tarihli albümü Ta Det Lungt hakkında atıp tutayım (Ta Det Lungt'tan önceki ve sonraki 2'şer albümü dinlemediğimi itiraf ediyorum). Bunu yapacağıma "aman da bağlama çaldırmışlar" gibi saçmasapan bir şey yazacağım.

Bu şarkıdan Adil sayesinde haberim oldu. Meğer Dungen'in esas oğlanı, akıl kumkuması Gustav Ejstes, Türkiye'de 60'lı yıllarda rock müzik adına yapılan ve gâvur evlatlarının psychedelic olarak nitelediği şarkıları pek seviyormuş. Bağlamayı da oralardan duymuş. İsveç'te buldukları bağlama çalan bir Türk gencini atıvermişler stüdyoya, çaldırmışlar soloyu (sokaktan saz çalan Türk topluyorlarmış gibi tınladı bu da). Böyle de hoş bir şarkı çıkmış ortaya. (Saz çalan Türkleri stüdyoya tıkıp soloları attırıp öldürdükten sonra dipfrizlerine atan Dungen, sırf bu yüzden dağıldı zaten).


I Guess I'm Floating'den sevgili Connor da (sanki kankam anasını satayım) şu postu yazmış. Bağlama sesini sitara benzetmiş, sitar sanmış genç. Gayet mantıklı aslında; tabii bağlamanın tınısı sitara göre daha "sert".

2007 tarihli albümleri Tio Bitar'dan Çöpkuşağı okuyucuları için geliyor, Så Blev Det Bestämt:

23 Eylül 2007

While My Guitar Gently Beeps

Birkaç zaman önce Ayça'yla Kordon'da çiğdem çitlerken (tam İzmirli oldun Tolga), "Lan neden bi' müzik bloĞu açmıyoruz ki? Açıveelim, gitsin." şeklinde düşüncelere gark olmuş idik. Dün gece oturduk, yaptık, ettik (en çok çabayı da Ayça sarf etti, yeniden teşekkür ediyorum kendisine, evet); birkaç da post ekledik. Ben de, "Artık buradan duyurmanın vaktidir Tolga." dedim kendimce.

Yukarıda gördüğünüz zımbırtı, blogun ilk gönderisinin bir kısmının ekran görüntüsü; aynı zamanda zincirleme isim tamlaması.

Girin, okuyun, yorum yazın, bi'şeyler yapın: While My Guitar Gently Beeps.

Düt düt düt düt, ooooohh.

Barok Jens


Jens Lekman'ın yeni albümü (tabii neye göre yeni, burayı 2010 yılında okuyor olabilirsiniz ve Jens Lekman 2007 yılında yayımladığı albümden sonra 2 albüm daha çıkarmış olabilir falan; ben karışmam, anlayacaksınız artık) Night Falls over Kortedala hakkında birkaç gün önce atıp tutmuştum. Söz konusu atış ve tutuş esnasında kendisinin Baroque Pop ve Chamber Pop dediğimiz müzik türlerinin etkisini de şarkılarından eksik etmediğinden dem vurmuş idim.

Zaten Jens Lekman'ın müziğini duyar duymaz "Ahanda, bu adamın müzik zevki gayet iyi olmalı, güzel şeyler dinliyor kesin, bak söylemedi demeyin." şeklinde düşünmüştüm. Düşünürken neden kendi kendime "söylemedi demeyin" dediğim bir muammaysa da sanırım bu görüşümde yanılmadım.


Aylar aylar önce İstanbul'da Arka Oda'da bir şarkı duydum. Söz konusu eser The Left Banke'in I've Got Something on My Mind'ı üzerine kuruluydu. O sıralar henüz Jens Lekman'la tanışıp kanka olmadığımdan mütevellit şarkının kime ait olduğunu bilemedim. Gündüzdü, DJ falan da çalmıyordu; direkt mp3'ten çalınıyordu şarkı. Aşağı inip hangi şarkı olduğuna bakmaya da üşendim açıkçası. Yalnız Stephin Merritt eserlerine çok benzettiğimden, eve dönünce elimdeki bütün Stephin MerrittThe Magnetic FieldsThe Gothic ArchiesThe 6ths şarkılarını dinledim, eledim, aradım, taradım. Ne yazık ki sonuç olumsuzdu. Meğer şarkı Jens abimize aitmiş, 2005 tarihli 45'likler ve EP'ler toplaması Oh You're So Silent Jens'te yer alıyormuş, adı da Black Cab'miş.


Bunu fark etmeden birkaç gün önce de yine Jens Lekman'ın Maple Leaves'ini bir şeye benzetiyordum; ama neye benzettiğimi bir türlü çıkaramamıştım. Black Cab'i dinledikten sonra onu da anlayıverdim. O da yine The Left Banke'in Walk Away Renee'sinden sample'lar içeriyormuş.

Sonradan internetten araştırdım; kimisi bunu bir "aşırma" olgusu olarak değerlendiriyor. Açıkçası bu görüşe pek katılmıyorum, sample müessesesini seviyorum şahsen.

Madem öyle, dinleyin.

Jens Lekman - Black Cab:



The Left Banke - I've Got Something on My Mind:


Jens Lekman - Maple Leaves:


The Left Banke - Walk Away Renee:

21 Eylül 2007

Seçimli Muasır İsevî Müziği

Böyle bir müzik türü varmış, İngilizcesi: Alternative Contemporary Christian Music imiş. Tabii kısaltmadan duramayan Amerikalı kardeşlerimiz bunu da kısaltıp Alternative CCM yapmışlar.

Bu müziği yapan grupların/insanların önemli bir kısmını tanımıyorum; ancak içinde tanıdıklarım da var: MxPx (pankçı lan bunlar), Sixpence None the Richer, Jars of Clay, Half-Handed Cloud.


Çok teşekkür ederim All Music sana, pek müjdeli müzikler öğrettin bana.

(illüstrasyon)

20 Eylül 2007

Albüm: Jens Lekman - Night Falls over Kortedala

[Service; 2007]

Kortedala Geceleri Bambaşka

Önce birkaç EP'yle kendini gösterip 2004 Mayıs'ında ilkalbümü When I Said I Wanted to Be Your Dog'la görücüye çıkan (ahahah, bu klişeyi de kullandım; çok mutluyum) Jens Lekman ikinci albümü Night Falls over Kortedala'yı Eylül 2007'de yayımladı.

2005 yılında araya bir de 45'lik ve EP'ler toplaması olan Oh, You're So Silent Jens girmişti (bu toplama albümü henüz dinlemiş değilim). İlk albümünde zaman zaman Donovan'vari bir şarkıcı/şarkı yazarı görünümü çizen, Karayip vurmalılarıyla Motown'ı birleştiren, bazen Doo Wop akorlarına kendini veren, kimi zaman 80'ler gitar popuna selam eden, bazı şarkılarda Stephin Merritt tarzı drum machine'lere de yer veren, Chamber Pop etkilerini müziğinden eksik etmeyen Jens Lekman yine çok değişmemiş.


Night Falls over Kortedala'nın açılışını yapan şarkı And I Remember Every Kiss görkemli üflemelileri ve vurmalılarıyla, sızlayan kemanlarıyla Rufus Wainwright tarzı bir "oda pop"u. 60'ların Easy Listening yapan viyolincisi Enoch Light'tan sample'lar da içeriyor. (Sample'a "örnek" diyesim var; ama anlaşılamayabilir sanki direkt öyle denince). Sipping on the Sweet Nectar, Motown'vari bir flüt melodisiyle açılıp Disco ritimleriyle beslenen, sonrasında günümüz Indie Pop şarkılarının handiyse bütün özelliklerini sergileyen güzel bir sentez. Jens abi, ilk iki şarkıda "ilk öpücük" mevzuu etrafında takılmış bir miktar.

"Kız kardeşimi okyanus kıyısına götürdüm; fakat okyanus beni aptal etti, allah kahretmesin." sözleriyle başlayan The Opposite of Hallelujah'da kardeşine bilgece öğütler veresi gelen Jens'in acınası haline tanık oluyoruz (abart Tolga, abart). Neşeli; kemanlarla piyanolarla akı-akıveren güneş ışığı tadında bir ezgi; bildiğimiz tatlı Indie Pop. 

A Postcard to Nina'nın sözleri özel dikkat istiyor kanımca. Güzel bir hikaye anlatıyor Lekman: Genç delikanlı lezbiyen olan ve hemcinsi bir sevgiliye sahip Nina'ya aşık olur. Bir ara Berlin'deki evlerine dahi gider, babasının sorgulamalarına maruz kalır. Evine dönen gencimiz kızın babasından e-postalar almaya devam eder; ve olaylar gelişir. "Yours truly, Jens Lekman" Leonard Cohen göndermesi midir? Mümkün. "Sevgilin olabilirim; ama kız arkadaşınla sevgili olarak da kalabalirsin, takıl yahu!"... Şarkının baştan aşağı mis gibi Motown koktuğunu da ekleyeyim.

Into Eternity'de eski albümden kalan Karayip ışıltıları yeniden su yüzüne çıkmış ("su yüzüne çıkmış" nedir lan; sanki okyanusun dibine gömülmüştü, tövbe yarabbim). Bu şarkıyı 45'lik olarak yayımlamasını tavsiye ediyorum kendisine; ritmi itibariyle oldukça başarılı olacak, kendisini takip etmeyen kitleye de hitap edecektir sanki. Lambada esintisinin yanında Türk Pop müziği havası bile var şarkıda, valla var. Sevgili Architecture in Helsinki'nin Heart It Races 45'liğinin prodüksiyonu bu şarkıdaki mantıkla yapılmış olsaydı daha çok severdim o şarkıyı, iki şarkının ritimleri birbirine oldukça yakın. 

I'm Leaving You Because I Don't Love You'nun sözlerindeki derin hüzünle, melodi ve düzenlemesindeki neşe ve parıltı gayet güzel bir kontrast oluşturmuş. Jens Lekman'ın Stephin Merritt'e çok yaklaştığı bir nokta olarak kayıtlara geç kızım.

If I Could Cry (It Would Feel Like This) başladığında "Allaaaah" demek lazım bir kez. Mis gibi yaylılar ve vurmalılar girdiğinde, "anam anam romantik Motown şarkısı başladı, hay allah" diyorum ben bir kere. Smokey Robinson mısın be mübarek? 60'ların kadın popçularını, mavi gözlü Soul'cularını da anımsatmıyor değil. Bugün bu şarkıyı Dusty Springfield'a versen, söylemeyip, yorumlamayıp da ne yapsın! 

Evet, Your Arms Around Me, bildiğin 80'ler gitar popunu taşıyor buralara. Bir Modern Lovers olsun, bir Morrissey olsun, ne bileyim bir Aztec Camera olsun; "bunları da takip ettim zamanında oğğluuum" diyor sevgili Jens. Shirin'de ise "şarkıya adını veren kız" var. Kortedala Güzellik Salonu'nda çalışan Irak göçmeni genç kız Şirin'den bahsediyormuş şarkı (geyik yapmıyorum, doğru bilgi). Yine böyle bir 60'lar, biraz Britpop (- Yok artık? - Cidden bak! [Arkadaki odadan bağıran üçüncü şahıs] - Araya giren The Smiths bile var bence). Melodide hafif bir melankoli: Piyanolara canlı vuruyorum, kemanları neşeli yaylıyorum; yine de melankoli, yine de melankoli. Veeeeee melannnkol-lii (diyerek de Büyük Usta Kayahan'a selam). 

Jens, "It Was a Strange Time in My Life'da yine mis gibi bir melodi buldum, verdim flütçüye partisyonu, çal dedim Tolga!" dedi, "Abi" dedim, "İyi yapmışsın, dondurmayı çikolata sosu yerine hüzün sosuna bandırmışsın." "Bak sonra Kanske Är Jag Kär I Dig'in isminde İsveççe falan bişiler var ama şarkıyı İngilizce yazdım, kanma." dedi. "Doo Wop da şeyettirmişsin bir yandan." dedim, "Abi bugünlerde Soul'a da gönül verdim, Motown havaları da yediriyorum şarkılarıma." dedi Jens. "Eline sağlık abi dedim, gönlüne sağlık, yüreğine sağlık." Eyvallah çekti. "Kapanışı da gönül verdiğim Doo Wop sadasıyla yaptım, Tolga'cığım." diye ekledi. "Jens'ciğim" dedim, "Ne güzel söz yazmışsın öyle: My heart is beating, beating like Ringo as I pull into the drive-in bingo." 


Bu albüm müziğe muhteşem bir yenilik getirmiyor; hatta hiçbir yenilik getirmiyor (her albümün de müziğe bir yenilik getirmesi gerekmiyor). Geçmişe yönelik bir sadaya ufak tefek elektronik sesler ekliyorsun, bazen Beck havalarına giriyor, bazen Stephin Merritt diyarlarında geziyorsun, yaylıları-üflemelileri eksik etmiyor, eski moda melodileri yeniden yaratıyorsun, pek de güzel yaratıyorsun. Takdirime ihtiyacın olmasa da takdir ediyorum seni. 



Bir de ufak, ilginç bir not ekleyesim geldi: Jens Lekman, Pitchfork'a son zamanlarda sevip dinlediği bir şarkıyı yollamış. Pitchfork "Ki bizim sevdiklerimizi de sıklıkla sever Jens, kankayızdır biz onla." diyerek Kim Ki O'nun Gezegenin Adı Dünya şarkısını incelemiş tam burada.

Hoş bir hareket diyelim, bir kaç video gömelim.

Jens Lekman - The Opposite of Hallelujah:



Jens Lekman - Sipping on the Sweet Nectar:



Jens Lekman - A Postcard to Nina:



Hamiş: Yeni blogumuz While My Guitar Gently Beeps'e Jens Lekman'ın iki şarkısıyla The Left Banke'in (her şey nasıl da birbirine bağlanıyor, yarabbim) iki şarkısı arasındaki bağlantıları ekledim, buyrun bakın.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...