29 Ocak 2006

Güneşe Açık Mektup

Güneşin doğmayacağı bir günü bekliyorum. Öyle bir gün olsun ki saat sabahın 7'si olsun, 8'i olsun, 9'u olsun güneş doğmasın; 10 olsun, 11 olsun, 12 olsun yine doğmasın. Hiç doğmasın o gün güneş. Hatta doğacak gibi olsun ama doğmasın, böyle alacakaranlık modunda geçsin o gün. İnsanlar neye uğradığını şaşırsın, peşinde koşturdukları şeylerin aslında ne kadar saçmasalak olduğunu görsün. Ben penceremden keyfine bakacağım o güneşsiz günün. Çok mu şey istiyorum lan? Doğmasana be, doğma!

Alakasız öneri: Terry Gilliam'ın Time Bandits'ini izleyin; süper lan.

Kendime öneri: Oğlum git kuzey ya da güney kutbuna; veya oralara yakın bir yerlere. Güneş müneş doğmuyor, bazen de batmıyor. Gidebildiğince kuzeye git. Git hadi, git; gözüm görmesin seni. Salak.

22 Ocak 2006

Çöpkuşağı Ne Demekti? (Şimdi!)

Belki biraz geç oldu "çöpkuşağı"nın ne menem bir şey (menemen bir şey) olduğunu açıklamak için; ama varsın geç olsun:

Sokaklarımızda, caddelerimizde çöplerden arta kalan sular bir iz bırakır. Pek renkli bir izdir o, gökkuşağının yedi rengini ve hatta daha fazlasını barındırır. Yaklaşık 2,5 yıllık Ankara yaşantımın ikinci yılının hemen başlarında bu "iz"i tekrardan gördüğümde, "ahanda" demiştim; işte "çöpkuşağı".

Budur işte, daha ötesi yok.

19 Ocak 2006

Şişe Bitirmece

Her zaman başıma gelen bir şey var: Ne zaman bir içeceğin (kolaydı, gazozdu, meyve suyuydu vs.) sonu kalmış olsa ve tamamını bardağa boşaltmaya çalışsam, hakikaten de tamamı bardağa boşalıyor. Yalnız ilginç bir şekilde şişenin içindeki sıvı bardak tam taşmak üzereyken tükeniyor; ama bardak asla taşmıyor. Şişenin içinde bir damla daha sıvı olsa o bardak kesin taşacak. Allah'ın hikmeti midir artık nedir, bilemedim. Bardak ağzına kadar dolar, şişenin dibinde kalan içecek de tamamen biter. Amin.

18 Ocak 2006

Bir Kaktüs Öyküsü


Kaktüsleri çok seviyorum, üzerinde sarı ve top şeklinde bir çıkıntısı olan kaktüsleri daha çok seviyorum, bana kaktüs hediye eden insanları daha da çok seviyorum.

Kaktüsümün başına neler gelmedi ki. Aslında ilk etapta bir şey gelmiyordu, gayet güzel ve sağlıklı bir şekilde taşıyordum. İlk bindiğim dolmuşu, Migros semalarını falan gayet güzel atlattı kendisi. Evet, sürekli elimdeydi. İnsanlar tuhaf bakıyor olabilirdi; ama olsundu. İkinci bindiğim dolmuşta bir haller oldu kaktüsüme; kendiliğinden olmadı, olayların uyuzluğundan oldu. Toprağı döküldü, kaktüsüm söküldü (kafiyeli insanımdır). Neyse ki toprak minicik saksının çevresinde sarılı olan o beyaz "şey"in içine döküldü. Eve gelince çiçekçilik oynadım kaktüsümle. Saksıcığını boşaltıp kaktüsümü yerleştirip güzelce doldurdum toprağını. Suladım gereğince. Koydum karşıma.

Kaktüsümü hediye eden o pek sevdiğim insanlar bana şöyle demişti: "Bunun üzerindeki şey sarı renkli ya, o kırmızıya dönüyomuş; bak zaten dipten dipten turuncumsular var."

Biraz önce kaktüsüme baktım ve ne göreyim: O dipteki turuncular daha da yukarıya doğru çıkmış bile. Yakında hepsi turuncu olacak o (şimdilik) "sarı ve top şeklinde olan çıkıntı"nın. Zaten ben de pek çıkıntı bir insanımdır, söylemesi ayıp. Çıkıntıları seviyorum evet (tövbe tövbee). Turuncu olduktan sonra da kırmızı olur. Sarı-yeşil kombinasyonu da gayet güzelmiş; turuncu-yeşil kombinasyonu zaten güzel, kırmızı-yeşil kombinasyonu da güzel. Kırmızı-yeşil kombinasyonuna biz domatesi güzeli diyoruz zaten halka rasında (yanlış yazmadım).

Bana kaktüs hediye eden insanları burdan öpüyorum, Erzincan'da vatani görevini yapmakta olan halama sevgilerimi yolluyorum, güle güle.

Pictures of Lily

Her günkü olağan Bağlarbaşı-Kadıköy seferlerimden bugünkü olağan Bağlarbaşı-Kadıköy seferimi 12 numaralı güzide ve kasacı (zaman zaman güzide ve duran) otobüsümüzle yaparken bir amcaya denk geldim, rast geldim. Bir bahar akşamı değildi hayır, bir bahar akşamı rastlasaydım size, hesap sorardım zaten; "Neden başınızı öne eğdiniz?" diye. Mesele bu değil. Mesele benim meselem, Müslüm abinin meselesi her daim (hercaim ol) benim meselem olmuştur zaten; ama mesele bu da değil (yeminle).

Bir kış öğleden sonrası otobüsünde rastladığım amca en önde oturuyordu; aslında amca değil dedeydi kendisi. Bildiğin dede işte. Bir kış öğleden sonrası otobüsünde rastladığım dede en önde oturuyordu ve otobüsün durduğu her durakta, duraktakilere şöyle bağırıyordu: "Kadıköy Kadıköy, bekleme yapmaz, hemen gider, Kadıköy!"

Daha sonra akşam oldu ve yanmış tereyağı-margarin karışımının (tereyağı yetmedi margarin kondu o yüzden) kokusundan haz aldığımı fark ettim ("Daha sonra akşam oldu" nasıl bir cümledir, ilkokul 1 seviyesinde olduğumu herkese göstermek zorunda mıyım yahu). Evet bildiğin "yanık" tereyağı-margarin karışımıydı bu. Düşündüm sonra; bugün yanmış yağ kokusundan haz alan adamın yarın bindiği belediye otobüsünden dışarıya "Hemen kalkıyor, binen bir pişman, binmeyen bin pişman." diye bağırmayacağı ne malumdu? Aptala ne malumdu hem? Of yaa... Ben kendime söz veriyorum kaç gündür erken uyuycam diye, saati 2-3 ediyorum daha sonra. Biram da bitmiş zaten, hadi iyi geceler.

13 Ocak 2006

Nıhahahahaha

Biraz önce fark ettiğim üzere, bugün ayın 13'ü ve yine bugün günlerden cuma! Eğlenceli işte. On üçüncü cumada ne olduğunu bilmiyorum ama yine de susuyorum. Bu nasıl susmaksa artık. Ver ordan danayı, hah, kurban olduğumun fontu.

Bir de "on üçüncü cuma" ne kadar manasız bir sözdür, olmaz olsun böyle çeviri. Ama ne yapalım, kullanıyoruz işte.

Not: Hayır o filmi izlemedim.

Çevir Bakayım

İyi, güzel, hoş da; bu kadar da üstüste getirilmez ki! Joanna Newsom dedim iki gün önce, müziğini dinlemedim adeta içtim dedim (retoriğe bak be, yürü be oğlum). Pek güzel, pek hoş, hastası olduk, şuydu buydu. Şimdi bana Joanna Newsom'ı tanıtan insan (ki kendisine ortamlarda "nikliyim" diyoruz) rastgele bir başka grup buldu, grup ki ne grup. The Pages: http://www.unsoundrecords.com/bands/thepages/index.php.


2005 yazında Unsound Records diye bir şirketten ilk EP'leri yayımlanmış. Bakınmayın öyle Emule'du, Soulseek'ti P2P ortamlarına. Oralarda yoklar. Unsound Records'un sitesinden (ki kendisi şurada ikâmet etmekte: http://www.unsoundrecords.com/) EP'de yer alan 3 şarkının mp3'üne ulaşmak mümkün. Gerisi de bize kalıyor. Creatures of the Earth isimli debut EP'leri 8 dolardan satılıyor söz konusu plak şirketinin sayfasında. Mümkünse alın, aldırın. Kimbilir ne kadar az basılmıştır bu albüm, kimbilir ne kadar az kişi bu cevherin farkındadır. Dinlerken insanı kendinden geçiriyor şarkılar. Hele hele Creatures of the Earth. Lan oğlum o ne melodi, o nasıl bir sada. Nasıl yaptınız abi öyle şarkıları? Hem çok eski hem çok yeni tınlıyorlar. Benim böyle "hızlı ama melankolik" dediğim şarkılar var, Creatures of the Earth de o şarkılardan biri.

Bu abiler bana The Coral'ı da anımsattı, evet. The Coral'ın hammond'sız versiyonu gibi belki. Yine de çok özgünler. Coral'ın o psychedelic damarı bunlarda da var; ama bunlar daha farklı bir noktadan yakalamışlar o psychedelia'yı. Şöyle karşılaştırayım: The Coral'ın psychedelia'sı zaman zaman Strawberry Alarm Clock zaman zaman The Beatles psychedelia'sına denk geliyorsa eğer, The Pages'ın psychedelia'sı The Action'ınkine denk geliyor sanki. Hani derinden bir modluk durumu da var gibi. The Kinks havaları da var abilerde. Öyle böyle değil, dinlemeden anlaşılmaz. İndirin söz konusu sayfadan o 3 şarkıyı, işiniz ne. Sonra da beğenin ve edinin albümü. Vallahi komisyon falan almıyorum. Ben de çatır çatır ödeyecem 8 doları, öyle alacam.

2005'in en iyi albümleri diye sıralama yapacak olsaydım eğer (dinlediğim 3 şarkıyı dikkate alarak konuşuyorum) en üstlere bir yere bu adamların debut EP'sini (ki 8 şarkılık bir EP bu, LP'den bile sayabiliriz) koyardım. Büyük konuşuyorum, evet.

Ulan burası da üçüncü sınıf dergilerin üçüncü sınıf albüm eleştirisi sayfalarına döndü...

Uyku uyku, gel buraya; hadi canım.

9 Ocak 2006

Şeftali, Erik, Armut

Bu kadar sıcak, renkli ve içten bir "yeni" müzik duymayalı uzun zaman olmuştu. Evet, ihtiyacım vardı buna. Joanna Newsom dinlemem harika oldu, içim ısındı. Bu dinlediğim müzik değil vanilyalı sütlü çay. Ya da şu anda içtiğim şey vanilyalı sütlü çay değil Joanna Newsom'un sesi. Tuhaf bir ses bu. 23 yaşında bir çocuk sesi. Kimisine sinir bozucu bile gelebilir; ama bana çok tatlı ve huzur verici geliyor. Eğer kasarsa insan, şuna benziyor buna benziyor diyebilir. Kasmasın o insan, o benzettiklerinin hiçbirine benzemiyor çünkü. Arpın sürüklediği nefis şarkılar bunlar; sıcacık. Uyunmayan bir gecenin sabahında benim için çifte vanilyalı sütlü çay işte, daha ne. Mis.

Dışarda bazen kar bazen yağmur var çocuk; aç perdeleri.

Mandalina

"New York sokaklarında Vaşington portakalı yenmez!" demişti bilge bana. Sonra kendine Ferrari almış. Mandalina işindeymiş.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...