7 Ekim 2021

Şarkı: The Beatles - Across the Universe [World Wildlife Fund Version] (1969)

Özellikle 1960ların sonlarında, The Beatles Abbey Road stüdyolarında kayıttayken, bir ya da birkaç Beatle'ı görebilme umuduyla stüdyo dışında hayranlar bekleşirmiş. Bu hayranlara George Harrison "Apple scruffs" adını uygun görmüş (hatta kendisinin aynı isimli bir şarkısı da var, 1970 tarihli All Things Must Pass'ten dinlenebilir). 4 Şubat 1968'de, The Beatles "Across the Universe"ü kaydeder ve stüdyo dışında yine bu hayranlar bekleşirken, John Lennon şarkıda bir geri vokal bölümüne ihtiyaç olduğunu düşünmüş, ancak ne hikmetse bu geri vokal bölümünün "Nothing's gonna change my world" kısmını kendileri kaydetmek yerine dışarıda bekleyen hayranlardan iki genç kızı stüdyoya çağırıp onlara söyletmişler (şarkının Let It Be albümünde değil de World Wildlife Fund yararına 1969'da yayımlanan charity albümü No One's Gonna Change Our World'de bulunan versiyonundan bahsediyorum tabii -- bu versiyon 1988 yılında The Beatles toplaması Past Masters Volume Two'ya da eklenmişti). 

Şöyle ki, ben bu bilgiyi uzun yıllardır haizdim, fakat bu iki hayranın kim olduğunu araştırmak hiç aklıma gelmemişti. Daha birkaç gün önce, okuduğum bir kitaptan, bu hayranların isimlerinin Lizzie Bravo ve Gayleen Pease olduğunu öğrendim. Gayleen Pease o zamanlar 17 yaşında olan bir İngiliz vatandaşı iken, Lizzie Bravo ise o günlerde Londra'da yaşayan 16 yaşındaki bir Brezilyalı imiş. Acaba bugünlerde ne yapıp ne ediyorlardır diye merak edip ululardan ulu Google'a başvurdum ve 2010 yılında bu iki kişinin Abbey Road'da yeniden bir araya gelişlerini gösteren bir videoya ve ayrıca Lizzie Bravo'nun Facebook hesabına denk geldim. 

Bu bilgiyi edindikten yalnızca birkaç gün sonra, yani bugün, öğrendim ki Lizzie Bravo 4 Ekim'de hayatını kaybetmiş. Gayleen Pease ise yine bu yıl içinde, sadece birkaç ay önce ölmüş. 2021 "Across the Universe kızları" için kötü bir yıl olmuş yani. Bunu öğrendikten sonra "Across the Universe"ün söz konusu versiyonunu dinlemek dinimize göre farzdır arkadaşlar. Yalnız kızlar nasıl da detone söylüyorlar... Ama işte o detonelik şarkıya bambaşka bir hava da katıyor. Bu arada John Lennon'ın sesi de bir tık ince, çünkü kaydı bir miktar hızlandırıp öyle yayımlamışlar (Let It Be albümündeki versiyonda da şarkı yavaşlatıldığı için Lennon'ın sesi bir tık kalın tınlıyor, ama konumuz o değil).

14 Mart 2021

Lan davar, nefret suçu ve nefret söylemi aynı şey değil

Ya arkadaş, televizyon izliyorum, koca koca insanlar konuşuyor, profesör falan olmuşlar; AMA DAHA “NEFRET SUÇU” İLE “NEFRET SÖYLEMİ” ARASINDAKİ FARKI ANLAMAKTAN ACİZLER.

HİÇ KİMSE KONUŞARAK, YAZARAK, FİKRİNİ İFADE EDEREK "NEFRET SUÇU" İŞ-LE-YE-MEZ.

Nefret suçu bir eylem neticesinde oluşur. Karşınızdaki kişi veya kişilerin cinsiyeti, etnisitesi, dini inancı, ideolojik görüşü vs. nedeniyle o kişiye/kişilere şiddet uygulamak, fiziksel zarar vermek demektir. Birisini eşcinsel diye dövmek, ateist diye birini bıçaklamak, Kürt diye birine bok yedirmek; bunlar nefret suçlarıdır. Mağduru/kurbanı olan her suç gibi bunların da cezası vardır. Nefret suçu olmaları da verilecek cezayı artırır, artırmalıdır.

Nefret söylemi ise bir kişi veya gruba ilişkin önyargılara dayalı olarak dile getirilen ayrımcı söylemlerdir, ancak "nefret söylemi"nin suç hâline getirilme çabası son derece tehlikelidir; çünkü ortada doğrudan zarara uğrayan kişi veya kişiler (yani bir mağdur/kurban) olmadığı için ayrımın nerede konulacağına ilişkin farklı görüşler ortaya sürülebilir ve bu da ekseriyetle çoğunluk ideolojisine, çoğunluk dinine avantaj sağlar. Eğer bir azınlık grubunun üyesiyseniz, nefret söylemini suç hâline getirme çabanız muhtemelen ters tepecektir, çünkü yasaları gücü elinde bulunduranlar yapar, gücü elinde bulunduranlar da genelde çoğunluğu oluşturan ideolojinin, dinin vs. üyesidirler. Nefret söylemi suç olsun diye kendinizi yırtarsanız, bir bakarsınız ki hâkim ideolojiye yahut çoğunluk dinine yönelik getirdiğiniz her ELEŞTİRİ birdenbire SUÇ olarak görülmeye başlanmış. Türkiye'de bunu hâlihazırda yaşıyoruz. Örneğin, Muhammed hakkında iki kelime söylüyorsunuz, yargılanmaya başlıyorsunuz. Mahkemede yargılanırken araya "nefret söylemi" zırvasını da sokuşturuveriyorlar. "Nefret söylemi" kavramının çıkışının aslında çoğunluğu değil azınlığı korumak üzerine kurulu olduğunu kaale almıyorlar. Zaten niye alsınlar? Almazlar. Güç onlarda, onu kaybetmek istemezler. Bu nedenle nefret söylemi de, DOĞRUDAN ŞİDDETE ÇAĞRI İÇERMEDİKÇE, ifade özgürlüğünün bir parçası olmak zorundadır. Bunu yalnızca ben söylemiyorum, ABD yüksek mahkemeleri de, ABD anayasasına dayanarak buna dair kararlar alıyor: https://www.washingtonpost.com/news/volokh-conspiracy/wp/2017/06/19/supreme-court-unanimously-reaffirms-there-is-no-hate-speech-exception-to-the-first-amendment/?utm_term=.680c0b041333.

Söyleminiz ister cinsiyetçi olsun, ister ırkçı, isterseniz dünyanın en yobazca en cahilce laflarını edin, ifade özgürlüğünüz koruma altında olmak zorundadır (bunun anlamı, yalnızca söyledikleriniz nedeniyle devletin size ceza veremeyeceğidir). Çünkü hangi ifadelerin "nefret söylemi" kapsamına alınacağını belirleyen daima devletler olur, yarın öbür gün çoğunluğun hükümetine, dinine, ideolojisine karşı yapacağınız en küçük eleştiri bile oldukça kaypak bir kavram olan "nefret söylemi" kapsamında değerlendirilebilir, sizi kendi silahınızla vururlar. O nedenle, kendi ifade özgürlüğünüzü kaybetmemek için, duymaya bile katlanamadığınız ifadelerin de koruma altında olmasını kabullenmek zorundasınız, meğer ki doğrudan şiddete teşvik etsin, şiddet çağrısında bulunsun.

Peki ne yapalım? Irkçılar, cinsiyetçiler, yobazlar her yerde dilediklerince propaganda mı yapsınlar? Toplumun büyük bir kesimini etkilemeye başlarlarsa ne olacak?

Güzel soru. (Kendi soruma güzel soru diyorum, naber?) ;) 

Bu sorunun tek cevabı var: “name it and shame it”. Gâvur buna böyle diyor. Bu tip propaganda yapan insanları ifşa edin, kınayın, karşı propagandasını yapın ve mevki kazanın. Eğer asgari onura sahip bir toplumda yaşıyorsanız, siz kazanırsınız. Şimdi diyeceksiniz ki Türkiye'de bu işler böyle yürümüyor. Hiç fark etmez. Türkiye'de işlerin nasıl yürüdüğünün farkındayım, merak etmeyin. Ama aslında tam da Türkiye'de olduğumuz için "nefret söylemi" teriminin içinin nasıl doldurulabileceğini de aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz. Tam da Türkiye'de olduğumuz için, nefret söylemini suç hâline getirme çabamız ters tepecektir. Tam da Türkiye'de olduğumuz için, "nefret söylemi" suç olarak genel kabul gördüğünde, bundan kayıpla çıkan azınlıklar, farklı düşünenler, marjinaller olacaktır. Bu tuzağa düşmeyin. Devletin her şeye burnunu sokmasına izin vermeyin. Devletle yaptığımız toplumsal sözleşmenin kapsamının büyümesine sebep olmayın, bırakın o kapsam olabildiğince daralsın. Doğrudan şiddet veya şiddete çağrı olmadıkça kim ne diyorsa desin, kim ne yapıyorsa yapsın. Siz de onları ifşa etmekten, utandırmaktan, yerin dibine sokmaktan imtina etmeyin. Medeni bir toplum hâline gelebilmenin başka yolu yok.

Son sözü George Orwell söylesin: "Özgürlük, insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleme hakkıdır."

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...