16 Temmuz 2009

Carlos Santana dayak istiyor

Evet istiyor, ama atmam. Adam babamdan yaşlı en nihayetinde, insanın eli gitmez, yazıktır. Yine de onu sivri sözlerimle yaralayabilirim. Carlos Santana bu blogu takip ediyor, biliyorum; çünkü "kalpten" yazıyorum. "Kalpten gelen" şeyleri seviyor Santana, kendisine kan pompalayacağım.

Geçenlerde memlekete konser vermeye geldi, biliyorsunuz. Ben gitmedim, gitmem. Zamanında Abraxas albümüyle Best Of'larını falan döndürmüşlüğümüz vardır da, geçti artık. Bitti o Lale Devri. Gereksiz bir adam olduğuna da inanıyorum ayrıca. Neyse, kendisi gereksizliğini yalnızca müziğiyle değil konuştuklarıyla da kanıtlamayı başardı. Konserden önce basın toplantısı şeyapmış. Demiş ki;

"Ben müziğin kalpten gelmesi gerektiğine inanıyorum. Bugün bilgisayar teknolojisiyle yapılanın müzik olduğuna inanmıyorum. Bence bu hoş bir tür kirlilik gibi... Teknolojiye karşı değilim çünkü eski kafalı bir adam değilim. Ama bir tesisatçının müzik yapmasını istemiyorum, çünkü ben de gidip kimseyi ameliyat edemem. Ben gerçek bir müzisyenim. Bir rengim yok. Müziği su olarak düşünüyorum, içinde tüm renkler var ancak hâlâ berraklığını koruyor."

Bi git abi ya, bi git, bi uzaklaş. "Hoş bir tür kirlilik" kısmını anlayamadım gerçi, çeviri maymunluğu da olabilir; ama zaten oraya takılmadım. Neymiş, "kalpten gelecek"miş müzik, o "gerçek müzisyen"miş, "tesisatçı müzik yapmasın"mış. La bi git. Bu adamlar çok acayip ha. "Tesisatçının kalbinden müzik gelmez", ben bunu not ettim zaten. Müzik eğitimine inanmayan bir insanım, Santana'nın da inandığını düşünmek istemiyorum; sonuçta müziği "sokakta" öğrenmiş bir herif. Tamam babası profesyonel kemancıymış falan, Carlos abi veletken keman çalmayı öğrenmiş vesaire de, formel bir eğitimi yok. Zaten olmasın, formel eğitim baştan aşağı yalan. Hele müzikte hepten yalan. Mesele o değil. Mesele şu ki bu adam profesyonel müzisyenlikten önce bulaşıkçılık yapmış bir adam. "Bulaşıkçı müzik yapmasın" dersem kalbi kırılmaz mı şimdi? Bu adamlar böyle albüm malbüm yapıp meşhur olduktan, kendilerini "efsane" statüsünde olduklarına inandırdıktan sonra bir elitleşiyor, müziği fetişleştiriyor, ona gıcığım.

Git Carlos, bir daha da gelme.

12 Temmuz 2009

Popüler kültür içerisindeki yeni seçkincilik

“Yüksek kültür” ve “popüler kültür” arasındaki, birinin diğerinden daha “değerli” olduğuna ilişkin söylemler artık pek rağbet görmüyor. Adorno'nun “kitle kültürü” eleştirisi pek çok yeni kapı açtıysa da o köprünün altından çok sular aktı. Popüler kültür tüketicisinin tamamen “edilgen aptallar"dan oluştuğu ve bunun "güdüp yönetme” işleyişi içerisinde var olduğuna dair fikirler ciddiye alınabilecek düşünceler olmaktan uzaklaşalı çok oldu. Popüler kültürün üretilme ve tüketilme süreçlerine ilişkin çok daha sağduyulu, derin ve etraflı analizler üretildi. Burada bunlardan bahsetmeyeceğim; bahsetmek istediğim şey bu sefer “popüler kültür"ün içerisinde ortaya çıkan başka bir "seçkinci” tavır.

“Yüksek kültür” savunucularının “popüler kültür"e ilişkin yaklaşımlarını neredeyse kopyalayan bu tavra göre, popüler kültür içerisinde üretilen bazı yapıtlar diğerlerine göre "daha değerli”. Örneğin; “post-rock”, “hip-hop"tan ya da herhangi bir dans müziğinden daha "anlamlı”. Elbette insanlar kendi değer yargıları ve dünya görüşleri ekseninde her konuda belirli tercihler yapıyor; bir filmi diğerinden daha çok beğeniyor, bir müzik türüne diğerine oranla hayatında daha çok yer veriyor, bir kitabı diğerinden daha iyi buluyor. Bu tavır kişisel olarak kaldığı ölçüde herhangi bir soruna da yol açmıyor zaten. Fakat bu tavır her zaman kişisel sınırlar içerisinde kalmıyor. Bu tavır toplumsallaştıkça, başka bireylere yönelen -öyle ya da böyle- bir kültürel dayatma haline geldikçe sorunsallaşmaya başlıyor.

Nasıl ki, işçi sınıfından gelen bir insan bir burjuvadan ya da bir köylü bir aristokrattan “daha değersiz” değilse, yaşamayı biri diğerinden daha çok hak etmiyorsa herhangi bir popüler kültür ürününün de diğerinden “daha değerli”, “daha anlamlı” ya da “var olmayı daha çok hak eden” olarak nitelenmesi bana doğru gelmiyor. Her birinin var oluşu onu takip eden izlerkitlenin ondan kendi anlamlarını yaratmasıyla mümkün olabiliyor. Yani bir kültür ürünü, izlerkitlesinin anlamlandırmasıyla var olabiliyor; eğer bu etkileşim söz konusu olamıyorsa, zaten o kültür ürünü bir anda kendini tarihin çöplüğünde buluyor.

Bu noktada düşündüğüm şey şu: “Yüksek kültür” ve “popüler kültür” ikiliğinin “kültürel değer” açısından anlamsızlığı üzerinde epeyce duruldu. Bu konudaki çalışmalar, özellikle son 30-40 yıldır çok zengin bir literatür oluşturdu. Tabii bu literatüre katkılar da sürecektir. Fakat kültürle ilgili çalışanların bundan sonra popüler kültürün kendi içindeki seçkinci tavırlarla daha fazla ilgilenmeleri oldukça isabetli olabilir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...