28 Şubat 2012

İngilizcemi öğreniyorum: "crime" ve "crazy"

Türkçe fonetiğe göre "kraym" şeklinde ifade ve telaffuz edilip güzel Türkçemizde "suç" anlamına gelen "crime" sözcüğünü örnek bir cümlede kullanalım: "Ağzını burnunu crime". Görüldüğü üzere birisinin ağzını burnunu kırmanın bir suç olduğu bundan daha iyi ifade edilemezdi.

Cenk ve Erdem Beylerin "ağzını burnunu crazy" örnek cümlesi ise bu suçun bir çılgınlık anında da işlenebileceği üzerinde durur. Evet, Türkçe fonetikte "kreyzi" şeklinde gösterebileceğimiz "crazy" sözcüğü "çılgın, deli, manyak" anlamlarına gelir.

Esen kalın.

27 Şubat 2012

Cesur Yeni Dünya: Distopya mı, yoksa ütopya mı?

Aldous Huxley'in 1931 yılında yayımladığı Cesur Yeni Dünya'nın (Brave New World) "bilimkurgusal hayal gücü" epey yetersiz olsa da toplum psikolojisine ve sosyal psikolojiye dair söyledikleri oldukça tatmin edici. Bununla birlikte kitabın gerçekte bir "distopya" mı yoksa "ütopya" mı olarak kurgulandığı epey muallakta. Bana kalırsa elbette baştan aşağı bir distopya, ancak yazarın kitabın yazıldığı dönemdeki görüşlerine bakacak olursak, metni "kendi içerisinde aksaklıklar da içeren bir ütopya" olarak tasarlamış olma olasılığı da gayet yüksek.

Huxley, o dönemde parlamenter demokrasiden umutsuz, toplumun teknokrat bir elit kesim tarafından yönetilmesi yanlısı, propagandayı devlet kontrolünün meşru bir aracı olarak gören, Sovyetler Birliği'nin ulusal kalkınma planlarının iyi bir yöntem olduğunu düşünen, güçlü ve akıllı bir merkezi otoriteden yana, dünyadaki en büyük ihtiyacın "istikrar" olduğunu savunan, Batı Avrupa soyunun hızla bozuluyor olduğunu söyleyip Sosyal Darwinizm etkisindeki öjenik uygulamaların kullanımına destek veren, "Koşullar liberalleri diktatörlüğe başvurmaya zorlayabileceği gibi, hümanistleri de bilimsel propagandaya zorlayabilir. Düzenin her türlüsü kaostan yeğdir." cümlesini kuran bir profil çiziyordu. Bu görüşlerin pek çok yankısı kitapta betimlenen toplumda yoğun bir şekilde hissediliyor.

1935 yılında Huxley'e romandaki temel çatışmayla ilgili olarak kendisini "hangi taraftan yana" hissettiği sorulduğunda ise, ikisinden de yana olmadığı, iki ucun arasındaki bir ortanın hem istemeye değer hem de olası olduğu, insanlığın hedefinin de bu olması gerektiği yönünde bir cevap vermiş. Bu nedenle romanda tasvir edilen toplum benim için bir distopya ise de Huxley için bazı aksaklıklar içeriyor olsa bile "ütopya"ya daha yakın bir yerde sanırım.

Çevirmene not: "John'ın" değil Ümit Tosun abicim, "John'un". Hasta ettin beni, hasta.

24 Şubat 2012

Can Bonomo, Love Me Back ve bir söyleşi

Can Bonomo. Birkaç şarkısına şu Eurovision muhabbetinden önce denk gelmiş ve açıkçası o şarkıları sevmemiştim. Malûm, müşkülpesent bir insanım. Eurovision'da Türkiye'yi temsil edeceğini duyunca yeniden şöyle bir göz attım, yine beğenemedim. Eh, Eurovision şarkısını beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. Şarkıyı duyduğumda ise ilk tepkim "Aha! Güzel lan! İş yapar bu şarkı" oldu. Çok uzun zamandır ilk defa Türkiye adına Eurovision'a katılacak bir şarkıyı ilk dinleyişte beğendim. 3 dakikalık bir pop şarkısının içine yedirilebilecek kadar Anadolu ruhu, son derece akılda kalıcı bir melodi ve özellikle üfleme çalgıların kattığı tadımlık bir Klezmer havası. Eurovision mantığına son derece uygun bir şarkı. Eleman da sempatik. Daha ne olsun? 1997 yılından bu yana (o yıl Dinle ile Şebnem Paker gitmişti) Türkiye adına Eurovision'a katılan en güzel şarkı.


Şarkı sözleriyle ilgili yapılan yorumlar da tamamen gereksiz. Bir pop şarkısından, hele ki Eurovision'a gidecek bir pop şarkısından ne kadar anlamlı sözler bekleyebilirsiniz ki? Üstelik ben şarkının son kıtasını bildiğin sevdim! Sözler Türkçe olsaydı daha mı iyi olurdu? Olabilir, ama sonuçta Türkçe değil ve üzerinde konuşulması gereken şey "yapılmamış olan" değil, ortadaki mevcut ürün.

***

Bu arada Can Bonomo'yla bu şarkının belirlenmesinden önce yapılmış ve 4 Şubat'ta da İtalyan Eurovision hayranlarının "takıldığı" Esc-Time isimli bir sitede yayımlanmış kısacık İtalyanca bir söyleşi gördüm biraz önce. Hazır elim değmişken onu da çevirip buraya koyayım:

"Esc-Time: Sevgili Can, bizimle bu söyleyişi yapmayı kabul ettiğin için teşekkürler. İlk olarak kendini Esc-Time okuyucularına tanıtır mısın?

Can Bonomo: 24 yaşındayım ve İstanbul'da yaşıyorum. Müzikle uğraşmaya 8 yaşında başladım. Üniversitede sinema, sanat tarihi ve görsel tasarım okudum. Müzisyen olmaya karar verdim ve ilk albümümü 9 ay önce yayımladım.

E: Müzik dünyasına nasıl yakınlaştın?

C: 11 yaşından beri şiir yazıyorum. Onları şarkılara dönüştürmeye karar verdim. Bir çift şarkı kaydettim ve demoyu bir prodüktöre yolladım. Müziğimden hoşlandı ve benimle çalışmaya başladı. 2 yıllık bir süreç içerisinde albümü bitirdik ve yayımladık.

E: Türkiye'yi Eurovision'da temsil etmen için TRT seninle iletişime geçtiğinde nasıl hissettin?

C: 9 gün önceydi [bize cevaplarını gönderdiğinde tarih 11 Ocak'tı]. Böyle önemli bir işin altına girmek beni onurlandırdı ve gururlandırdı. Her şeyden öte bu heyecan verici ve çılgınca.

E: Türkiye Eurovision'da özellikle İngilizce şarkılarla önemli başarılar kazandı. Hangi dilde söyleyeceksin?

C: Stüdyoda halen birkaç şarkı üzerinde çalışıyoruz, ama sanırım İngilizce olacak.

E: Eurovision Şarkı Yarışmasını hiç izledin mi? Daha önceki yıllardan birkaç favori şarkın var mı?

C: Birkaç kere izlemiştim. Favori şarkım Alexander Rybak'ın Fairy Tale'i.

E: Eurovision'dan beklentilerin neler?

C: Ülkemi olabilecek en iyi şekilde temsil etmek. Deneyim kazanmak. Yeni birkaç arkadaş edinmek ve eğlenmek.

E: İnternette seninle ilgili haberleri okuduğumuzda İtalyan kökenli olabileceğini düşündük[*]. Doğru mu?

C: Hayır. Sefarad Yahudisiyim. Bu da demek oluyor ki atalarım 540 yıldan beri Türkler.

E: Gelecek için projelerin var mı? Özellikle Eurovision'a katılımından (belki de zaferinden) sonra.

C: Şu anda yapacağım performansa yoğunlaşmış durumdayım. Henüz gelecek için herhangi bir projem yok."

[*] "Bonomo" soyadının İtalyancada "iyi adam" anlamına gelen "buon uomo" sözcüğüyle olan benzerliği böyle bir düşünce doğurmuş sanırım.

20 Şubat 2012

Duu dun duu duu

Hep söylerim, bir Beatles albümünü ya da şarkısını ne kadar uzun zamandır dinliyor olursanız olun, her yeniden dinleyişinizde "yeni" bir şeyler bulma olasılığınız vardır. İlk defa 10 yıl, 15 yıl, 20 yıl önce dinlediğiniz bir şarkı için bile geçerlidir bu. Bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen küçük bir ayrıntı durur. Ufak bir hata, bir nefes alış sesi, bir gitar notası, dışarıdan gelen tuhaf bir gürültü, armoni vokallerdeki ince bir ayrıntı; bunlardan herhangi biri ya da daha fazlası. Bir de asla keşfetme olanağınız olmayan şeyler vardır. Çünkü bu ikinci gruba girenler ortaya çıkan "son ürün"e dahil değildir. Fakat farklı bir yerde, farklı bir şekilde karşınıza çıkma olasılıkları söz konusudur. Bu gerçekleştiğinde Bülent Ersoy'a bir selam çakmanız, "fevkaladenin fevkinde" demeniz gerekebilir.


İşte Here Comes the Sun'ın kayıtları esnasında George Harrison tarafından çalınmış ufak bir gitar pasajı 1969 yılında şarkının miksajı sırasında dışarıda bırakılmış (bence dışarıda bırakılması iyi bir seçim olmuş, onu tartışmıyorum), George Martin bile hatırlamıyor. Bir belgesel çekimi için George Martin ve Giles Martin'le birlikte konsolun önüne geçen Dhani Harrison, Here Comes the Sun'ın master teybini dinlerken söz konusu kaydın olduğu kanalı açmasa belki hiç duyamayacaktık bu gitar pasajını. Dünyanın sonu olmazdı da, duyduk hoş oldu, onu diyorum. Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ bıraktı dey mi?

13 Şubat 2012

Surf's Up - again!

Şu dünyadaki en sevdiğim şarkıyı ("God Only Knows") yapan, şu dünyadaki en sevdiğim birkaç gruptan biri olan The Beach Boys 50. yıldönümleri vesilesiyle hayatta olan üyelerini içerecek şekilde yeniden bir araya gelme kararını 2011 sonlarında duyurmuştu. Yeni bir Beach Boys albümü ve bir dünya turu bizi bekliyordu.



Bu arada ilk canlı performanslarını da dün 54. Grammy ödüllerinde sergileyip efsanevi şarkıları "Good Vibrations"ı söylediler. Onlardan önce ise sevmediğim grup Maroon 5, "Surfer Girl"ü; henüz kendi şarkılarını dinleme fırsatını bulamadığım (daha doğrusu bununla ilgilenmediğim) grup Foster the People, "Wouldn't It Be Nice"ı söylemiş. İzleyelim.


Dünya turunda nerelerde ne zaman konser vereceklerine dair bilgiler ise 15 Şubat'ta açıklanacakmış.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...