25 Eylül 2017

Albüm: Electric Light Orchestra - Out of the Blue (1977)

Bazı gruplar vardır ki, daha dinlemeden onları sevmediğinize karar verirsiniz.

Bir dakika, bir dakika. Suçu başkalarının üzerine atarmış gibi neden ikinci çoğul şahıs kullanıyorum ki? Belki de bu tamamen benim sorunum. Baştan alayım o zaman.


Pek güzel ve çeşit çeşit önyargı sahibi bir insan olduğum için bazı grupları, henüz onları dinlemeden sevmediğime karar veriyorum. Burada anlatmanın uzun süreceği (ve biraz da gereksiz olacağı) sebeplerden ötürü Jeff Lynne'den pek hoşlanmam. Kendisi Electric Light Orchestra'nın (ELO) beyni olduğu için, hâliyle ELO'ya da burun bükmüş, grubu dinlemeyi reddetmiştim.

Bugün bir tesadüf sonucu 1977 tarihli ELO albümü Out of the Blue'yu dinlerken buldum kendimi. İyi ki de bulmuşum, epey ilginç bir albümmüş, sevdim. Ama bir yandan da epey 'tehlikeli' sularda yüzmüş ELO. Müziğe böyle bir yaklaşım getirdiğinizde ya batar ya da çıkarsınız, ya çok sevilir ya da nefret edilirsiniz. Vasat sularda yüzmek, ortalama olmak pek mümkün olmaz. Çünkü Out of the Blue, 1977 için çok ilginç ve farklı bir albüm olmasına rağmen, içindeki şarkılar yine aynı yıl için çok standart ve harcıalem şarkılar. Peki nasıl oluyor da oluyor? Parçaları çok standart olan bir şey bütün olarak nasıl ilginç ve farklı olabiliyor?


Şöyle ki, Out of the Blue fazlasıyla eklektik bir albüm ve 1977 yılında bu kadar eklektik olmak pek rastlanan bir şey değil. Albümün içinde her şey, ama her şey var. Bir Queen şarkısı bitip, bir Beach Boys şarkısı başlıyor; bir George Harrison şarkısının ardından Paul Simon'ın o yıllarda henüz yapmış bile olmadığı bir şarkıya geçiliyor. Araya bir Bee Gees şarkısı giriyor. Sonra bir bakıyorsunuz, Pink Floyd'un ancak birkaç sene sonra yapacağı tarzda bir şarkıyı dinlerken bulmuşsunuz kendinizi. Ama bütün bu şarkıların bestecisi ve söz yazarı Jeff Lynne. Albümün içerisinde senfonik rock da var, disko da; blues da var, pop da; soul da var, progressive de; funk da var, country de. O dönemde yapılabilecek her türlü şarkı, o dönemde yapılamayacak bir şekilde aynı albümde bir araya getirilmiş. İşte bu yüzden aynı anda hem çok farklı hem de çok sıradan olmayı başarıyor bu albüm. Ancak Jeff Lynne'in bir de prodüksiyon tekniği var. Biraz Phil Spector'ınkini andıran, ancak onunkinden bile daha büyük, devasa bir sound. Söz konusu prodüksiyon tekniği uygulandığında, bütün bu farklı öğeler bir anda bir bütünün parçaları hâline geliveriyorlar.

Bir de çok fazla sayıda başka şarkılara gönderme ve/veya başka şarkılarla benzerlik var. Zaman zaman sinir bozucu bile olabiliyor. Albümde The Beach Boys'un Heroes and Villains'ı da duyulabiliyor, Boston'ın More Than a Feeling'i de. Aslında bu belki de albümü dinlerken yaşanan heyecanı biraz da olsa artıran bir etken. Birkaç benzerlik duyduktan sonra, her an tetikte olmaya başlıyor insan.

Çok uzattım, iyisi mi buyrun siz de dinleyin:

1 yorum:

delfi dedi ki...

bu gruptan haberdar olmam almanya'da yaşadığım zamana rastlar. birisi evindeki plakları kapısının önüne bırakmış, bazen oluyor öyle insanlar bırakıyor ki ilgilenen falan varsa alsın, benim de yolumun üstünde; neler var neler yok diye bakayım dedim. birkaç tane albümü aldığımı hatırlıyorum. araya da bir tane elo albümü karışmış. önyargıdan falan değil de hiç umurum değil, merak bile etmiyorum bu neyin nesi diye. bunu da dekor olarak kullanırım deyip atmadıydım. ama dekor da yapmadım, kütüphanede öyle atıl duruyor bayağıdır. bir ara koyup dinleyim bari.(dinlemedi)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...