Paul McCartney'in her yeni albümünü ilk dinleyişimde büyük bir hayalkırıklığı yaşıyorum. Hayır, bunun sebebi Paul'un kötü müzik yapmış olması değil, benim beklentilerim. Klasik müzikle, avant-garde müzikle, elektronik müzikle derin bir şekilde ilgilenen Paul McCartney'den popüler kayıtlarında da her seferinde inanılmaz bir derinlik bekliyorum. Halbuki Macca, klasik müzikti, elektronik müzikti; bu tip çalışmalarını bir yandan ayrıca yapıp yayımlıyor. Popüler albüm kayıtlarının da saf "pop" olmasına özen gösteriyor, durum bundan ibaret. Sonra sonra albümleri dinledikçe, "Evet ya." diyorum, "Böyle olması daha güzel."
5 Haziran 2007'de yayımlanan Memory Almost Full, Paul'un Wings kariyeri de dahil olmak üzere 21. solo albümü. Tabii işin içine film müziklerini, klasik müzik albümlerini, elektronik/deneysel işlerini, canlı albümlerini falan katarsak 40'ları buluyoruz, katmayalım; onları ayrı bir kategoride değerlendirelim.
Starbucks'ın Hear Music şirketinin yayımladığı ilk albüm olan Memory Almost Full'u her Starbucks şubesinden satın alabiliyoruz, satın almak istemiyorsak oturup bir kahve içip dinliyoruz falan. Tabii bunlar işin magazin yanı. İyi mi olmuş, kötü mü olmuş çok da düşünmek istemiyorum. Paul her zaman bu tip şeyler yapıyor zaten, biz onu öyle seviyoruz. Peki, albüm müzikal anlamda nasıl?
Paul McCartney bu albümde prodüktör olarak David Kahne ile çalışmış. Albümü ilk dinlediğimde yaşadığım hayalkırıklığından sonra "Keşke Chaos and Creation in the Backyard'da olduğu gibi Nigel Godrich'le mi çalışsaydı acaba?" diye düşündüm bir müddet. Artık böyle düşünmüyorum, Kahne ile çalışması daha iyi olmuş. Chaos and Creation in the Backyard çok güzel bir albümdü, evet. Ancak albümü dinlerken bile Paul McCartney ve Nigel Godrich'in egolarının çatışmasını hissedebiliyordunuz. Memory Almost Full'da açık bir Paul McCartney baskınlığı ve saf Paul McCartney popu var. Öyle böyle değil, bu pop kendini delice özletmeye ve dinletmeye kâdir bir pop.
Şimdi, bu albümde ilgili pek çok yerde yine The Beatles benzetmeleri falan yapılmış. 6 yaşımdan beri Beatles dinliyorum; albümde melodik anlamda "Beatles tarzı" diyebileceğimiz herhangi bir şarkı yok. Evet bazı noktalardaki düzenlemeler, ufak tefek oyunlar falan Beatles'ı anımsatıyor olabilir; ancak müzikal anlamda bir Beatles göndermesi yapmak pek de mümkün değil. Zaten hiçbir Beatle, solo albümlerinde Beatles'a dair bir ışık yakalayabilmiş değildi. Hepsinin çok güzel, şahane solo işleri de var; ama hayır, Beatles ayrı bir büyüydü, o hissi hiçbir şey veremiyor doğal olarak.
Albüme dair Beatles referansı veremiyoruz, peki. Ama Paul'un Beatles sonrası işlerine yönelik pek çok referans da verebiliyoruz. Ever Present Past, Only Mama Knows, Vintage Clothes, That Was Me gibi şarkılar adeta 70'lerde yapılmış Wings şarkıları gibi tınlıyor. Albümün bütünündeki geri vokaller de Wings vokalleri gibi. Denny Laine gelmiş de geri vokal yapmış sanki. Albümden yayımlanan ilk 45'lik Dance Tonight müzikal açıdan 2001 tarihli Paul McCartney 45'liği Freedom havasında. Müzikal açıdan tamam da, şükürler olsun sözler bakımından hiçbir benzerlik yok. See Your Sunshine 1989 model Paul McCartney'i anımsattı bana. Flowers in the Dirt albümündeki gibi sanki yanına Elvis Costello gelmiş de beraber takılmışlar gibi bir durum. Gratitude, Paul'un 93'ten 2001'e kadar yaptığı albümlerdeki havayı takip ediyor. You Tell Me, belki de albümdeki en zamansız ve en klasik Paul McCartney baladı. Ağırlıklı olarak akustik gitarların sürüklediği, melodisiyle kalp acıtan bir şarkı. Her albümüne en az birkaç tane serpiştirirdi Paul bunlardan; bu sefer daha ekonomik davranmış.
Birbirine bağlanarak albümü kapatan son 4 şarkıyı (Feet in the Clouds, House of Wax, End of the End, Nod Your Head) The Beatles'ın Abbey Road albümünün B yüzündeki meşhur medley'e benzeten terbiyesizleri buradan kınıyorum. Tamam hoş şarkılar; ama sırf albümü kapatıyor ve birbirine bir medley misali bağlanıyorlar diye bunları kalkıp da müzik tarihinin en muhteşem, en yüksek, en yüce, en ulaşılmaz noktalarından biri (belki de birincisi olan) "Abbey Road'un B yüzü"ne benzetmek de ne oluyor? Bu son 4 şarkıdan en başarılıları 1971 tarihli Wings albümü Ram'deki işlere benzeyen Feet in the Clouds ve acayip derecede Live and Let Die'ı anımsatarak albümün kapanışını yapan Nod Your Head. Bu 4 şarkının ve kanımca albümün de en başarısız şarkısı ise House of Wax. Tamam belki bugün yapılan bir sürü albümdeki en güzel şarkı bile House of Wax'ten daha kötü olabilir; ancak konu başlığımız Paul McCartney olunca "Abi be, öyle gitar sololarıyla, bilmemnelerle uzatmayaydın ya bu şarkıyı. Ne o, David Gilmour albümü mü dinliyoruz." demeden de duramıyorum.
Yazının başından beri "Beatle'ların sololarında The Beatles referanslarına hayır!" diye slogan atıp duruyorum (ki aslında böyle bir şey dediğim yok); ancak geldik Mister Bellamy'ye. Direkt bir Beatles göndermesi yapmayacağım, yanılıyorsunuz. Yalnız şöyle bir durum var ki, Mister Bellamy, deneysellik açısından (dikkat edin, sadece "deneysellik açısından" dedim) bir Beatles şarkısıymışçasına ilerliyor ve bence albümün en güzel ve en başarılı şarkısı. Hani Paul'un her yeni albümünü ilk defa dinlerken bir beklentiye girdiğimden bahsetmiştim ya; Mister Bellamy bu beklentiyi fazlasıyla karşılayan bir şarkı. Şahanesin Paul.
"Şu şöyle olmuş, bu böyle olmuş" diye yazıp durdum; fakat bu yazdıklarımdan albümün kötü olduğu gibi bir çıkarıma varanı da dövmeyi kendime borç bilirim. Paul McCartney ki, şu dünyada en çok takdir ettiğim müzisyendir. İnsan bir müzisyeni bu kadar sevince hep daha fazlasını bekliyor ister istemez. Paul yarın bana ağzında tuttuğu kuşla beraber gelse, kalkıp ona "Ah be Paul'cuğum, ellerine sağlık da baksana kuşun tüylerinden bir tanesini koparayazmışsın." falan diyeceğimden korkuyorum. O yüzden beni çok da ciddiye almayın.
Gayet güzel, gayet mis, oturup defalarca dinlenebilirliği olan bir albüm. Hayatımın sonuna kadar - diğer Paul McCartney albümleri gibi - bunu da kimbilir kaç kere dinleyeceğim, tanrı bilir.
5 Haziran 2007'de yayımlanan Memory Almost Full, Paul'un Wings kariyeri de dahil olmak üzere 21. solo albümü. Tabii işin içine film müziklerini, klasik müzik albümlerini, elektronik/deneysel işlerini, canlı albümlerini falan katarsak 40'ları buluyoruz, katmayalım; onları ayrı bir kategoride değerlendirelim.
Starbucks'ın Hear Music şirketinin yayımladığı ilk albüm olan Memory Almost Full'u her Starbucks şubesinden satın alabiliyoruz, satın almak istemiyorsak oturup bir kahve içip dinliyoruz falan. Tabii bunlar işin magazin yanı. İyi mi olmuş, kötü mü olmuş çok da düşünmek istemiyorum. Paul her zaman bu tip şeyler yapıyor zaten, biz onu öyle seviyoruz. Peki, albüm müzikal anlamda nasıl?
Paul McCartney bu albümde prodüktör olarak David Kahne ile çalışmış. Albümü ilk dinlediğimde yaşadığım hayalkırıklığından sonra "Keşke Chaos and Creation in the Backyard'da olduğu gibi Nigel Godrich'le mi çalışsaydı acaba?" diye düşündüm bir müddet. Artık böyle düşünmüyorum, Kahne ile çalışması daha iyi olmuş. Chaos and Creation in the Backyard çok güzel bir albümdü, evet. Ancak albümü dinlerken bile Paul McCartney ve Nigel Godrich'in egolarının çatışmasını hissedebiliyordunuz. Memory Almost Full'da açık bir Paul McCartney baskınlığı ve saf Paul McCartney popu var. Öyle böyle değil, bu pop kendini delice özletmeye ve dinletmeye kâdir bir pop.
Şimdi, bu albümde ilgili pek çok yerde yine The Beatles benzetmeleri falan yapılmış. 6 yaşımdan beri Beatles dinliyorum; albümde melodik anlamda "Beatles tarzı" diyebileceğimiz herhangi bir şarkı yok. Evet bazı noktalardaki düzenlemeler, ufak tefek oyunlar falan Beatles'ı anımsatıyor olabilir; ancak müzikal anlamda bir Beatles göndermesi yapmak pek de mümkün değil. Zaten hiçbir Beatle, solo albümlerinde Beatles'a dair bir ışık yakalayabilmiş değildi. Hepsinin çok güzel, şahane solo işleri de var; ama hayır, Beatles ayrı bir büyüydü, o hissi hiçbir şey veremiyor doğal olarak.
Albüme dair Beatles referansı veremiyoruz, peki. Ama Paul'un Beatles sonrası işlerine yönelik pek çok referans da verebiliyoruz. Ever Present Past, Only Mama Knows, Vintage Clothes, That Was Me gibi şarkılar adeta 70'lerde yapılmış Wings şarkıları gibi tınlıyor. Albümün bütünündeki geri vokaller de Wings vokalleri gibi. Denny Laine gelmiş de geri vokal yapmış sanki. Albümden yayımlanan ilk 45'lik Dance Tonight müzikal açıdan 2001 tarihli Paul McCartney 45'liği Freedom havasında. Müzikal açıdan tamam da, şükürler olsun sözler bakımından hiçbir benzerlik yok. See Your Sunshine 1989 model Paul McCartney'i anımsattı bana. Flowers in the Dirt albümündeki gibi sanki yanına Elvis Costello gelmiş de beraber takılmışlar gibi bir durum. Gratitude, Paul'un 93'ten 2001'e kadar yaptığı albümlerdeki havayı takip ediyor. You Tell Me, belki de albümdeki en zamansız ve en klasik Paul McCartney baladı. Ağırlıklı olarak akustik gitarların sürüklediği, melodisiyle kalp acıtan bir şarkı. Her albümüne en az birkaç tane serpiştirirdi Paul bunlardan; bu sefer daha ekonomik davranmış.
Birbirine bağlanarak albümü kapatan son 4 şarkıyı (Feet in the Clouds, House of Wax, End of the End, Nod Your Head) The Beatles'ın Abbey Road albümünün B yüzündeki meşhur medley'e benzeten terbiyesizleri buradan kınıyorum. Tamam hoş şarkılar; ama sırf albümü kapatıyor ve birbirine bir medley misali bağlanıyorlar diye bunları kalkıp da müzik tarihinin en muhteşem, en yüksek, en yüce, en ulaşılmaz noktalarından biri (belki de birincisi olan) "Abbey Road'un B yüzü"ne benzetmek de ne oluyor? Bu son 4 şarkıdan en başarılıları 1971 tarihli Wings albümü Ram'deki işlere benzeyen Feet in the Clouds ve acayip derecede Live and Let Die'ı anımsatarak albümün kapanışını yapan Nod Your Head. Bu 4 şarkının ve kanımca albümün de en başarısız şarkısı ise House of Wax. Tamam belki bugün yapılan bir sürü albümdeki en güzel şarkı bile House of Wax'ten daha kötü olabilir; ancak konu başlığımız Paul McCartney olunca "Abi be, öyle gitar sololarıyla, bilmemnelerle uzatmayaydın ya bu şarkıyı. Ne o, David Gilmour albümü mü dinliyoruz." demeden de duramıyorum.
Yazının başından beri "Beatle'ların sololarında The Beatles referanslarına hayır!" diye slogan atıp duruyorum (ki aslında böyle bir şey dediğim yok); ancak geldik Mister Bellamy'ye. Direkt bir Beatles göndermesi yapmayacağım, yanılıyorsunuz. Yalnız şöyle bir durum var ki, Mister Bellamy, deneysellik açısından (dikkat edin, sadece "deneysellik açısından" dedim) bir Beatles şarkısıymışçasına ilerliyor ve bence albümün en güzel ve en başarılı şarkısı. Hani Paul'un her yeni albümünü ilk defa dinlerken bir beklentiye girdiğimden bahsetmiştim ya; Mister Bellamy bu beklentiyi fazlasıyla karşılayan bir şarkı. Şahanesin Paul.
"Şu şöyle olmuş, bu böyle olmuş" diye yazıp durdum; fakat bu yazdıklarımdan albümün kötü olduğu gibi bir çıkarıma varanı da dövmeyi kendime borç bilirim. Paul McCartney ki, şu dünyada en çok takdir ettiğim müzisyendir. İnsan bir müzisyeni bu kadar sevince hep daha fazlasını bekliyor ister istemez. Paul yarın bana ağzında tuttuğu kuşla beraber gelse, kalkıp ona "Ah be Paul'cuğum, ellerine sağlık da baksana kuşun tüylerinden bir tanesini koparayazmışsın." falan diyeceğimden korkuyorum. O yüzden beni çok da ciddiye almayın.
Gayet güzel, gayet mis, oturup defalarca dinlenebilirliği olan bir albüm. Hayatımın sonuna kadar - diğer Paul McCartney albümleri gibi - bunu da kimbilir kaç kere dinleyeceğim, tanrı bilir.
5 yorum:
Okuduklarımdan hoşlandım.
Teşekkür ediyorum Tacim.
olay liverpool'da geçiyor
çıkan kısmın özeti...
çok uzun olmuş.
Yazılarınızı gityat.com ‘ da paylaşabilir, kendi kanalınızı oluşturabilirsiniz. Sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız.
Yorum Gönder