17 Ağustos 2012

17 Ağustos 1999

1999 yazı. Hayatında müzik ve kitaplardan başka pek bir şey olmayan, üniversitenin birinci sınıfını bitirmiş, oldukça asosyal, içe kapanık 18 yaşında bir yeniyetmeyim. Aslında o yaz bazı şeyler değişmeye başlıyor. Yalova'da birkaç arkadaş ediniyorum, hatta bir müzik grubu kuruyoruz. Ben klavye çalıyorum. Kendimize prova yapacak bir yer arıyoruz. Üstelik bulmak üzereyiz. Hatta provaların ardından çalmak üzere bir mekân arayışına bile girmişiz.


Ağustos ayı geliyor. Grup işlerini bir süreliğine bir kenara bırakıyorum ve ailecek tatile çıkıp Marmaris'e gidiyoruz. Tatile giderken bir çantayı tamamen CD'lerle dolduruyorum. The Byrds, Buffalo Springfield, The Beach Boys, The Beatles... CD çalabilen bir Walkman'im olmadığından yanıma ufak bir müzik seti almayı da ihmal etmiyorum. Marmaris yolunda da arabada bir Beatles kasedini çıkarıp, diğerini takıyorum. Marmaris'e vardıktan sonra ise kendimi eve kapatır gibi İçmeler'deki apart otele kapatıp bol bol müzik dinliyor, kitap okuyorum. Birkaç gün geçiyor, tatilde çok fena sıkılmaya başlıyorum. Tatilde yeni arkadaşlar edinmek? Bana göre değil. Anne-babamın başının etini yemeye başlıyorum: "Hadi dönelim, ben çok sıkıldım, yapacak hiçbir şey yok".


15 Ağustos 1999 akşamı Yalova'ya dönüyoruz. Ertesi gün hemen grup elemanlarıyla buluşuyoruz. Benim yokluğumda prova mekânını bulmuşlar bile! Gidip bakıyoruz mekâna, planlar yapıyoruz. Ertesi gün, yani 17 Ağustos'ta provalara başlayacağız. Gece saat 1 gibi davulcumuz Burak'la ertesi gün prova mekânında görüşmek üzere vedalaşıyorum... Eve dönüyor, odama giriyor, radyoyu açıyor, yatağıma uzanıyorum. Yalnızca İstanbul'a yayın yapıyor olsa bile Kent FM Yalova'dan da "çekiyor".


Tam 13 yıl önce, geceyarısı, tam bu saatlerde, 03:02'de bir sarsıntı başlıyor. İçeriden babamın sesini duyuyorum. Annemin ve benim isimlerimizi haykırıyor, "buraya gelin, evden çıkmamız lazım!" diyor. Yarı uyur yarı uyanık bir vaziyette bağırıyorum: "Offf yaa, deprem oluyor işte bir şey yok, birazdan geçer". Pikeyi üstüme çekiyorum; ama sallanmaya devam ediyoruz. En sonunda kalkmak zorunda kalıyorum. Ayağımı yere koyar koymaz ayağımın altında CD'lerimi hissediyorum. Her yere dağılmışlar. "Eyvah!" diyorum, "gitti güzelim CD'ler". Odamdan çıkıyorum. Babam ve annem holdeler. Hâlâ sallanıyoruz. Babam kapıyı açıyor ve aşağı inmeye başlıyoruz. O arada karşı dairedekileri duyuyor ve şöyle düşünüyorum: "Allah allah, bu tiplerin sesleri bizim Yalova'daki komşulara ne kadar da benziyor!" Deprem anında kendimi hâlâ Marmaris'te sanıyorum.


Aşağı iniyoruz. Etraf toz duman. Hiçbir şey görmek mümkün değil. Bir sürü bina yıkılmış; ama o anda ben durumun ciddiyetinin henüz pek de farkında değilim. Arabanın içine giriyoruz. "Baba" diyorum, "neden Yalova'ya dönmüyoruz ki? Çekip gidelim işte". Babam cevap vermiyor. O arada ben de içimden Marmaris yolundaki dağların bir daha deprem olursa tehlikeli olabileceğini, kayaların yuvarlanabileceğini falan düşünüyor, "hele bir sabah olsun da belki o zaman döneriz" diyorum.

Aradan ne kadar zaman geçiyor bilmiyorum. En az 10-15 dakika, belki 30 dakika. Arabanın dışına çıkıyorum. Önce gökyüzüne, sonra etrafıma, sonra bir daha gökyüzüne bakıyor ve haykırıyorum: "Ama burası Yalova!!!"

Sonrası mâlum. Kimine göre 17bin, kimine göre 40bin ölü. Hep istatistik. Daha çok istatistik.

2 yorum:

Smart Learning Hub dedi ki...

Izmirden bile hissedilmisti o deprem. O gunleri ozetleyen guzel bir yazi olmus.

Burak Alperen Tırpanlı dedi ki...

Trajik bir olay yaşamışsınız Hocam.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...