30 Nisan 2006

Film: Me and You and Everyone We Know (2005)

Miranda July'ın Me and You and Everyone isimli 'şey'si, "Bir film ne kadar gereksiz olabilir ki?" sorusunu kendime defalarca sormama sebep oldu. Allah'ım, bu saçmasapan kolajları bize film diye izlettiriyorlar ya, helal olsun. tamam, hadi birkaç gülümseten (ve hatta güzel) sahne var, özellikle ufak zenci velet iyi oynuyor vesaire de; bir yere kadar yahu! Bunaldım, sıkıldım; saçmasapan yaşamların saçma ve abartılmış ayrıntılarını daha kaç kere izleyeceğiz, merak ediyorum.


Miranda July ablamız, kendince birkaç 'orijinal' fikir bulmuş ('orijinal' sözcüğünü övgü amacıyla değil, "40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi!" nidasını vermek için kullanıyorum), sonra da herkesin sakız ettiği bir sürü fikrin arasına bu 'orijinal' fikirlerini monte etmiş. Film hiçbir yere varmıyor, hiçbir şey hakkında hiçbir şey söylemiyor, böyle gereksiz fikirlerin bir kolajından ibaret. Ablamız neler yapmış, bir bakalım:

--- SPOILER BAŞLANGICI ---

Önce "orijinal" bir iki şey. Henüz ilkokul çağında bir velet olsun, bu veletin 'ileri geri sıçmak' şeklinde adlandırdığı bir fantezisi olsun: "Önce onun kıç deliğine sıçacağım, sonra da o benimkine sıçacak; sonra bunu 'aynı bok'la sürekli yapmaya devam edeceğiz." Vallahi bravo Miranda July, çok iyi düşünmüşsün, ömr-ü hayatım boyunca düşünsem yemin ediyorum bu kadar salakça bir şey hayal edemezdim, a-ferin. Sembolizm, metafor falan demeyin bana; yemişim öyle metaforu lan, bi siktir. Bununla kalsa yine iyi; sanat galerisi sahibi bir kadın olsun, dijital sanatlarla ilgileniyor olsun, aslında sıkıcı ve formaliteci bir kadın olsun; ve fakat ufaklığın bu fantezisi onu azdırsın (bkz. "Denizin soğuk suları beni azdırdı."). O veletin 'velet' olduğunu bilmeden gidip onunla buluşsun bir parkta. Vay be... Bir de bu sıçış fantazisi için bir sımayliy yaratsınlar, o da şu:

))<>((

Başka orijinallikler de vardı elbet, ama bu kadarı bir fikir vermek için yeterli sanıyorum. Ayrıca bunun dışındakiler ekseriyetle daha naif şeylerdi. Bu orijinal fikirler arasında düşünce olarak sevdiğim birkaç şey de oldu. Mesela 'torbadaki balık' sahnesi. Fakat o sahnedeki diyaloglar bile (filmin tamamında olduğu gibi) o kadar sakil ve boş ki... Cânım fikrin içine edilmiş diyorsunuz.

Orijinal olmayan birkaç 'sakız' fikre gelince: Sorunlu ve boşanmak üzere olan, elini falan yakıp dikkat çekmeye çalışan bir adam (bu adam filmin ilerleyen dakikalarında 'ilişki'lere dair çok 'anlamlı' [hadi oradan] şeyler söyleyecek, felsefe yapacak, mümkünse bir siktirsin); hayatının aşkını 70 yaşında bulmuş bir adam (hayatının aşkını bulduktan kısa bir süre sonra kadıncağız ölecek ne yazık ki); neredeyse her bağımsız amerikan filminin olmazsa olmazı bir 'otuzbirci' (söz konusu otuzbircimiz liseli kızlara bir iki laf söyledikten sonra penceresinin camına 'liselim'lere yönelik notlar asıp duruyor, 'liselim'ler ilk cinsel deneyimlerini yaşamak üzere adamın kapısını çalınca da korkusundan saklanıp kapıyı açamıyor); bütün bunların merkezinde ise tam anlamıyla bir 'loser' duruşu sergileyen karakter (Miranda July ablamız bu karakteri oynuyor) ve birkaç klişe karakter daha.

--- SPOILER SONU ---

Sözün kısası, Miranda July ablamız kafasında dönüp duran fikirleri birkaç karakter arasında paylaştırmış. bu paylaşım da sözümona o kişilerin farklı karakter özelliklerini yansıtmış. sonra da gidip Cannes'dan mandan ödül almış. Hakikaten uzun zamandır bu kadar içi boş bir filme denk gelmemiştim; iyi oldu, titredim ve kendime geldim. Keşke bu film bize 90 dakikalık bir işkence halinde değil de birkaç kısa film olarak sunulsaydı. Böyle olunca hem birkaç fikri aynı karakter içinde anlamsızca bütünleştirmek falan gerekmezdi, hem de biraz daha bir şeye benzerdi bu fikirler.

Yine de zaman kaybı olarak görmeyin ve izleyin; "Kafamda birkaç şey var, bari bunlarla bir film çekeyim," şeklinde düşünmenin nelere yol açabileceğini görmüş olun. Böyle bir şey yapmayı denemezsiniz en azından.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...